Hesabım
    Görünmez Yaşam
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Görünmez Yaşam

    İki kız kardeşin hüzünlü öyküsünde Latin Amerika esintileri…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Uluslararası festivallerin gedikli sinemacılarından olan, Brezilyalı yönetmen ve senarist Karim Aïnouz’un 2019 Cannes Film festivali Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Film ödülüne uzanan son yapıtı Görünmez Yaşam ( (The Invisible Life of Eurídice Gusmão  ), bu hafta Başka Sinema ve BluTV iş birliği ile devam eden kirala ve izle servisinde ‘yayına’ girdi. Görünen o ki sağlığımız için bir süre daha dünya sinemasının evimizin oturma odasında ‘vizyona girmesine’ alışacağız...

    Brezilyalı yazar Martha Batalha’nın orijinal ismi “A Vida Invisível de Eurídice Gusmão” olan romanından beyaz perdeye aktarılan dönem filmi, dört başı mağrur bir melodram olarak karşımıza çıkıyor. Senaryonun omurgası genç yaşta ayrı düşen iki kız kardeşin birbirlerine olan özlemi ve arayışları çevresinde şekillenirken, film esasen 1940-1950’li yılların Rio de Janeiro’sunda toplumsal değer yargılarına, kadınların kendi hayatları üzerinde elle tutulur biçimde söz sahibi olamamalarına vurgu yapıyor. Bu anlamda Üçüncü Dünya ülkesi normları açısından, kendi memleketimizle de oldukça paralel sahnelere şahit oluyoruz film boyunca.

    Şehirleşmeye rağmen DNA’sı bozulmayan muhafazakâr aile yapısı, kadının öncelikli görevinin ve hayattaki amacının kocasına hizmet etmek ve çocuk yapmak olması ve maddi anlamda kendi ayakları üzerinde dururken bir şekilde mutlaka kadınlığını kullanmak zorunda kalması gibi belli başlı temalara iki kız kardeş ömürleri boyunca farklı cephelerden maruz kalıyor. Aynı evin içindeki aile bağlarının kökünden kopmasıyla, kopartılmasıyla başlayan çözülme özellikle Guida (Julia Stockler) cephesinde filmin geneline yayılan bir mağduriyete dönüşüyor. Film boyunca genç kadının sesi, yazdığı ve muhtemelen kız kardeşine hiç ulaşamayan mektuplarda can bulurken, kız kardeşi Eurídice’in (Carol Duarte) baba ocağından ‘koca ocağına’ transfer olan göreceli özgürlüğü ise sadece piyano tuşlarına basarken bir haykırışa dönüşüyor…

    Bu noktada, filmin ülke tarihine ya da toplumsal dönüşümlere pek değinmemesine dair bir eleştiri getirebiliriz. Zira filmin temel aldığı dönemde siyasi çalkantılar, ordu darbeleri ve çekişmeli hükümetler ülkenin politik arenasını belirliyordu. Sadece üstü kapalı olarak Brezilya’da orta sınıf halkının ‘Avrupalılar gibi’ her istediğine ulaşamadığını, yaşam şartlarının çalışan sınıflar açısından oldukça zor olduğunu sezinliyoruz. Ama filmin net bir politik dili olduğunu söylemek zor…  

    Başrollerde seyrettiğimiz oyuncuların, Julia Stockler ve Carol Duarte, her ikisi de muazzam performans sergiliyorlar. Stockler’in dediğim dedik ve kendi hayatının peşinden giden, mücadeleci Guida’sının yanında, sanatçı ruhlu ve belki de biraz da bu yüzden hüzünlü Eurídice karakterlerinin tutarlılığını, duygu dünyasını film boyunca seyirciler olarak biz de hissediyoruz.

    Teknik anlamda görüntü yönetmenliğinde Hélène Louvart, bu sert öyküde canlı renk paletlerini ön plana çıkartarak bir kontrast yakalıyorken, sanat yönetmenliğinde Rodrigo Martirena tam bir dönem filmi ortaya koyuyor. Tüm kostüm, aksesuar, saç-makyaj gibi detaylarla yapım tasarımı tıkır tıkır işleyen film, seyirciyi hikayenin içinde tutmayı başarıyor. Ayrıca Eurídice, dert ortağı olan piyanosunun başına her oturduğunda sessiz bir çığlık olarak yükselen müzik kullanımı da filmin ikinci bir anlatıcısı oluyor adeta.       

    Toparlamak gerekirse, yaşamları hayatlarındaki erkekler tarafından biçimlendirilen ve birbirlerinden zalimce kopartılan iki kız kardeşin, 2 saat 20 dakikaya yayılan melodramlı öyküsünü izlerken öfkeden hüzne savrulan bir duygu dalgası yaşamak oldukça olası. Ülkesinin geçtiğimiz yıl Oscar temsilcisi olan film, Türkçe altyazı seçeneği ile ev sinemasının öne çıkan alternatiflerinden biri…

    #Evdekalın , #Sinemaylakalın

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top