“Brad's Status”, senaryosunu da yazan Mike White’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 9 Eylül 2017’de Toronto Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 15 Eylül 2017 tarihinde Amazon Stüdyoları tarafından vizyona sokulan filmin, 6.5/10 (16.401 oy) ve 3.2/5 (5.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 6.8/10 (174 yorum) ve 71/100 (40 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, her ne kadar oylamalara katılan sayıları çok yüksek olmasa da, “orta karar” bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Yine de isterseniz bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışalım…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, doğduğu günden itibaren insanı, itildiği bir olimpik havuzda kelebek, kurbağalama, sırtüstü, serbest ve karışık yüzme stillerinin tümünde sürekli yarışıyormuş gibi mücadeleye zorlayan kapitalizmi, bu yarışa ABD’nin seçkin üniversitelerinden birinden mezun olarak 3 – 0 önde başlamış olan Brad’in bakış açısı ile görmemizi sağlayan ilginç bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Aslında neo – liberal bir bakış açısıyla yazılmış olan filmin hikayesinde, bir iki dokundurma dışında kapitalizme ilişkin öyle aman aman bir eleştiri yok…
Nihayetinde, Mike White gibi kapitalizmin faziletine inananlara göre ortada eşit koşullarda ve herkese açık olarak yapılan bir yarış var…
Burada önemli olan husus, önüne çıkan fırsatları değerlendirmesini bilmek…
Yani hep denildiği gibi doğru zamanda doğru yerde olabilmek sanatı…
Zaten bunu çok iyi bilen (Ben Stiller’ın başarıyla canlandırdığı) Brad Sloan’ın bütün çabası da, uykularının kaçmasına neden olan yıllık 40 bin doları aşan eğitim ücretine rağmen oğlu Troy Sloan’ın (Austin Abrams) Harvard’a kapağı atmasını sağlamaktır…
Ki gerçekte karı (Jenna Fischer) koca birlikte çalışmakta olan Sloan ailesinin ekonomik durumu fena da değildir…
Hatta orta üst seviyede bir burjuva yaşamı sürmektedirler…
Fakat buna rağmen hep tedirgindir Brad…
Zira her ne kadar “beyaz adamın tüm ayrıcalıklarına sahip olarak yaşasa da”, halen doğduğu gün içine atıldığı olimpik havuzda bulunduğunu bilmekte ve çaresizce kulaç atmaya devam etmektedir…
Hadi diyelim, binlerce (farkındaysanız milyarlarca ve hatta milyonlarca demedik…
Çünkü sistemin en alt katmanında yer alanların işi bu havuzda yarışmak değil yarışılan havuza su taşımaktır) insanın mücadele ettiği bu yarışta ilk üçe giremedin…
Ona da kafayı takmayacak ve yatıp kalkıp haline şükredeceksin…
Neden mi?
E baksanıza Brad’i geçerek tepeye oturan o ilk üçtekilerin hal-i pürmelaline:
Aynı üniversitede beraber okuduğu arkadaşlarından biri olan Jason Hatfield’in (Luke Wilson) hem kendi şirketi hem de özel uçağı var ama “küçük kızı omuriliklerinden rahatsız” …
Benzer bir biçimde parasının miktarını bilmeyen ve genç kızlarla gününü gün ederek bir adada emekli hayatı yaşayan bir diğeri yani Billy Wearslter (Jemaine Clement) ise bir “alkolik” …
Hele köşeyi çok önceden dönmüş olan Nick Pascale’nin (Mike White) hali tamamen içler acısı bir durum…
TV programcısı ve yazar olarak başarılı olmuş bir başka okul arkadaşı olarak öne fırlamış olan Craig Fisher’in (Michael Sheen) kullandığı homofobik bir ifade ile o da bir “eşcinsel” …
Yani yersen klasik anlamda, “zengin ama mutsuz” – “zengin ama hasta” masalı tarzındaki bir züğürt tesellisi…
Peki, filmde anlatılanların hepsi bu kadar mı?
Elbette değil…
Bizim anlattıklarımız “spoiler” vermeden yapılan bir film fragmanı gibi oldu…
Geriye kalanları bulma işini de, yorumumuz sonrasında meraka kapılarak filmin tamamını izleyecek olan sinemaseverlere bırakalım istedik…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; önemli mesajların açık bir anlatım dili ile değil de satır aralarına sıkıştırılarak verildiği filmlerden hoşlanan sinemasever dostlara,” Bu film tam da size göre” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 2,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…