Keşfetme ve Duyusal Minimalizm: Çok Uzak Fazla Yakın
Yazar: Misafir KoltuğuBurcu Biricik ve Özgün Çoban’ın başrollerini paylaştığı, Türkan Derya’nın senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı Çok Uzak Fazla Yakın, romantik türünde alışmış olduğumuz filmlerden uzaktadır. Film, “biz – birinci çoğul şahıs” anlatım ekseninde İzmir’de birbirini çok seven iki karaktere odaklanmıştır. Filmde ilk bakışta göze çarpan karakterler ve nesnelerin kullanımı aktarılan kompozisyonu yüzeysel bırakmaktadır. Ancak filmdeki bu yüzeysel geçişler ana karakterler de dâhil olmak üzere, filmin kompozisyonunu genel geçer şartlara indirgemektedir. Bu da seyirciyi, aktarılan hikâyeye karşı yanlış yorum yapmaya itebilir. Filmde can sıkıcı tasvirlerin temsilleri asıl hikâyeyi anlatmakta fon niteliğinde kullanılmıştır. Genel bir kanıya göre sosyal şartları belirleyici kılan gerçekçiliktir. Filmin hikâyesinde de belli bir kurguya dayanarak ana karakterler üzerinden sosyal şartlara bağlı olarak duyusal geçişler yansıtılmıştır. Dolayısıyla sosyal ve fiziksel çevre betimlemeleriyle düzenlenen bir hikâye ekseninde seyirci olarak aksesuar olmaktan öteye geçemiyoruz. Ancak duyular arası anlık geçişler, seyirciyi anlatımın içerisine sokuyor.
Filmde zaman kavramı açısından ana karakterler arasında düzenli olarak yaşanan ani duygu değişimi, temelde filmin ana aksesuarı olmuştur. Bu aksesuar, kimi zaman, varoluş ile yokoluş arasında gidip gelmektedir. Filmin hemen her karesinde bu kutuplar birbirini hızlı bir şekilde çekmektedir. Seyirci ise daha çok anlatım içinde yüzmektedir; varoluş ve yokoluş aynı anda deneyimlenir. Ana karakterler bize ara ara varlığı, belki de bir yerde benliği sorgulatır. Zira filmin temelinde yatan kompozisyon içerisinde kendi hayatımızdan da parçalar bulmamız mümkündür. Bu sayede benlik; varoluş ve yokoluş ekseninde hareket eder. Özgün Çoban'ın oynadığı Cem karakteri "ben" merkezli hareket ederken Aslı rolünü oynayan Burcu Biricik ise daha çok Cem'in "ben" merkezi ekseninde dolanan bir karakter olmuştur. Yönetmen bu ikilinin arasında geçen yoğun duygusal geçişleri geçmiş ile gelecek temelinde düzleme oturtmuştur. Filmde bolca kullanılan flashback ve flashforward geçişleri filmin iskeletini oluşturan başat araçtır. Bu geçişler esnasında karakterler her zaman kendi düzeylerini korumuşlardır: Cem kibirli, hırslı, hayallerinin peşinden giden biriyken Aslı ise daha çok duygusal, her şeyden önce sevdiği erkeği ön planda tutan biridir. Bu iki farklı karakteri aynı noktada buluşturan şey umudun ve umutsuzluğun içten dışa, iradeye bağlı olarak kurulup bozulmasıdır; sonra tekrar kurulması ve tekrar bozulmasıdır.
Filmin sonlarına doğru ana karakterler arasında hayat, durumlar toplamına dönüşmüştür. Bu noktada yönetmenin filme karşı tavrını da görmüş oluruz. Bunun ışığında ilişkiler, sözcükler, davranışlar bizi duygu durumlarının sınırında dolaştırır. Esasında bu durum filmin bize sunduğu yalın bir gerilimdir. Bu gerilim içerisinde yer yer ironik durumlar, yer yer saçmalıklar ön plana çıkmıştır. Daha çok karakterlerin kendi iç dünyasında olan bu gerilim, soyut bir dışavurumdur. Bu soyutluk filmin kompozisyonun nasıl ilerleyeceğine dair bize fazla bilgi vermez. Film yaşama dair, yaşamın içinden aforizma niteliğindedir; yaşama, gerçekliğe, duygu durumlarına hiçbir şekilde tanımlama getirmez. Onların ne olduğuna dair herhangi bir açıklama yapmaz. Film açıklama, tanım beklemeksizin seyre geçilmeli. Öte yandan filme, filmin türüne bağlı olarak belli bir amaç doğrultusunda gitmek seyirci açısından yanlış bir tercih olacaktır.
Burcu Meltem TOHUM