Pikachu dedektifliği seçti!
Yazar: Fatih YürürDeğişen teknolojik trendlere direnebilen ya da doğrudan doğruya bu trendler ile güç birliğine giderek dijital sentez oluşturup, yarına kalmayı başarabilen fenomenlerin sayısı günden güne azalıyor. Bu entegrasyon sınavından her sefrinde başarılı bir biçimde sıyrılabilen Pokemon külliyatı, 90'lı yıllardan bu yana, Nintendo ile bütünleşik olan her türden teknolojiyi bünyesine ekleyebilmesinin verdiği fırsatın da etkisiyle; jenerasyon farkına çok fazla takılmayan bir fenomen. Pokemon: Dedektif Pikachu ise bu fenomenin, kolektif hafızalara kazınmış en önemli yıldızını bir kere daha karşımıza konumlandırarak, hibrit bir aile seyirliği paketiyle, bu hafta sinema salonlarımızı elektriğe boğmayı hedefliyor!
Son olarak geçtiğimiz yıllarda artırılmış gerçeklik teknolojisi ile parlatılan, son yılların en büyük pazarlama serüvenlerinden birine dönüşen Pokemon Go sayesinde tüketicinin hayatına giren ve çocukluğunu 90'lı yıllarda yaşamış olan jenerasyon ile milenyum sonrası jenerasyonunu ortak paydada buluşturan fenomen; belli periyodik aralıklarla popüler kültürün önemli köşe başlarını işgal etmeyi sürdürüyordu. Bu süreçte hem beyaz cam hem de beyaz perde ile olan ilişkisini de sıkı bir biçimde sürdüren Pokemon fenomeni; yeni dekantta da farklı bir öyküyle popüler sinema arenasının ortasına yerleşmeyi başardı. Öykünün kökleri biraz daha eskiye salınsa da; 2016 yılında konsollara düşen Nintendo 3DS oyununun sahip olduğu senaryonun biraz daha detaylandırılmış hali demek daha doğru olur. Öyküyü diğer Pokemon çeşitlemelerinden ayıran en önemli özelliği ise; spot ışıklarının altında Pikachu'yu solo performansını icra ederken görmemiz ve "konuştuğuna" bizzat tanıklık etmemiz!
Pikachu'nun solo performansı, yukarıda da belirttiğim gibi hibrit bir öyküye ev sahipliği yapıyor. Yani 90'lı yılların eser miktarda bir kısmını Pokemon izlemek adına televizyon karşısında bekleyen jenerasyon için niş bir sima olmakla beraber; Pikachu'yu bir dedektif suretinde, hem de bülbül gibi şakırken izliyoruz. Teknik açıdan hibrit kabul ettiğimiz kısım ise live action ve animasyon geleneğini Space Jam ya da Roger Rabbit gibisinden sevilen yapımların estetiği ile harmanlamış olması.
1997 yılında başlayıp, 21 yıl süren seride, tam 941 bölüm boyunca Pikachu, izleyiciye kendisini göstermiş. Bu 21 yıllık sürenin yarısından biraz daha uzun bir zaman boyunca ise kendisine Ash ile birlikte gördük. İkilinin katatonik ilişkisi zaman içerisinde çok farklı boyutlara da taşındı elbette. Yine bu yıl izleyici ile buluşacak olan Pokemon the Movie: Mewtwo Strikes Back Evolution; eski geleneği yeni jenerasyon izleyiciye taşırken; "Power of Us" ya da "I Choose You" gibi yapımlar da, televizyon serisinin estetiğini yaşatmayı hedefliyordu.
Dedektif Pikachu ise milyon dolarlar kazanan bir rock yıldızının solo çalışması ya da proje albümü olarak değerlendirilebilir pekala. Bu sıfır kilometre öyküde Pikachu'nun ekürisi ise, Ash Ketchum değil, Tim Goodman. Herkes tarafından büyük bir saygıyla anılan, haysiyetli dedektif Harry Goodman'ın oğlu olan Tim; babasının esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmasının ardından, mecburi olarak baba mesleğine soyunur. Fakat çok da içinde olmadığı bu gizemli dünyanın, sandığından biraz daha karanlık olduğunu anlaması da fazla uzun sürmez.
Tam da bu noktada, devreye sevimli dostumuz Pikachu girer. Hem de pek alışık olmadığımız bir şekilde! Harry Goodman'ın eski ortağı olan (ve Ryan Reynolds tarafından seslendirilen) Pikachu; nev-i şahsına münhasır ciyaklamalarını, anlamlı bir cümle olarak algılayabilen Tim'e; önünde uzanıp giden tehlikeli yolculukta eşlik etme kararı alır. Bu güç birlikteliği, tıpkı 90'lı yıllarda Ash Ketchum ile filizlenen dostluğun, daha batılı bir kanka komedisine evrilmesine yol açacaktır elbette!
Dedektif Pikachu için doğrudan doğruya bir nostalji serüveni olarak bakmak çok da doğru değil fakat filmin üç farklı jenerasyonu aynı L koltuğa oturtma gibisinden bir misyon üstlendiğini de es geçmemek lazım. Bu sebeple, son derece draje bir hikayeyi, öykü evreninin köklerine temas eden detaylar ile zenginleştirmeyi hedefleyen kafalardan çıktığı da inkar edilemez. Aslında çizgi serinin mantığı, bir noktaya kadar Dedektif Pikachu'ya da sinmiş diyerek, bu düşünceyi sadeleştirebiliriz. Yine insanlar ile Pokemon'ların ortak kullandıkları bir şehir var karşımızda. Fakat Pokemon fenomeni, burada tıpkı Blade Runner emsali yapımlarda olduğu gibi sınıfsal bir kategoriye tekabul ediyor. Diğer yandan aşırı neonlu aydınlatmalarıyla, kalabalık billboardlarıyla ve yüksek yapılarıyla karşımıza dikilen Ryme Şehri, çok renkli ve görece daha sevimli bir distopyadan fırlamış gibi görünüyor.
Öykünün ucu yine, daha karanlık bir geleceği engellemeye ve tüm Pokemon'ların yok olma tehlikesi karşısında Tim'in vicdanı ile yüzleşeceği bir sona yöneliyor. Yolculuk sırasında yeni - eski pek çok dostla da yolları kesişen ikili, hem kanka komedisinin geleneklerini, hem yol hikayesinin matematiğini hem de bir aile seyirliği içerisinde olması gereken tüm başat ögeleri sırtlayıp götürmeyi başarabiliyor. Nihayetinde ortaya çıkan çözüm de, ailece salonu dolduran kitle açısından tatmin edici bir finalle taçlandırılıyor.
2004 yılında görücüye çıkan Köpekbalığı Hikayesi ile uzun metraj arenasına giriş yapan ve Canavarlar Yaratıklara Karşı filmiyle de animasyon alanındaki kıdemini tescilleyen Rob Letterman'ın kamera arkasına geçtiği Dedektif Pikachu; yönetmenin kalburüstü aile seyirlikleriyle olan deneyiminden alabildiğine faydalanıyor. Gulliver'in Gezileri v Goosebump sinema filmine de imza atan Letterman; bu zamana kadar animasyon ve live action kulvarlarında farklı farklı ürünler vermişti. Başrollerde Jack Black'i izlediğimiz live action ayakları her ne kadar izleyiciler tarafından tatmin edici bulunmasa da; gelenekler arası evliliği açısından kendisinin ilk taliminin umut vadettiğini söyleyebiliriz.
Ryan Reynolds'un, sesiyle hayat verdiği ve daha zıpır bir imaj yüklediği Pikachu dışında Justice Smith ve Kathryn Newton gibi yeni jenerasyon yıldızların süslediği filme seyir zevki katan isimler ise Ken Watanabe ve Bill Nighty gibi ustalar... Yaratılan bu yeni cesur öykü evreni ve kökleri açısından nostalji duygusu kaçınılmaz elbette. Fakat bu detaydan bağımsız olarak değerlendirildiğinde bile karşımızda damaktaki lezzeti yoğun bir aile seyirliğinin durduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz!