Bu yıl şaşırtıcı bir şekilde Cannes'de Altın Palmiye ödülünü kazanmayı başaran The Square, yönetmen Ruben Östlund'un bir önceki filmi Turist ile benzer temalara ve işlenişe sahip. Bu iki film de insanların belli olmayan bir şekilde yaşadıkları şeyleri sorgulamasını anlatıyor aslında. Her ne kadar Turist filmi bunu "kendisini iyi bir koca olarak gören ana karakterin tehlikeli bir anda ailesini bırakması" olarak basit bir şekilde işlemiş olsa da, The Square bundan çok daha karışık ve iddialı bir film. Hatta daha önceden eşi benzeri yapılmamış bir iş. Çoğu kişi için eşi benzerinin yapılmamış olması bu filmin iyi veya kötü olduğu anlamına gelmiyor belki ama sırf bu yüzden bile filmin azmini çok takdir ettim.
Bu yüzden size filmin direk konusundan bahsetmeyeceğim çünkü The Square'in hakkında çok az şey bilerek izlemeniz oldukça önemli. Bu yüzden bu yazı sırasında sadece ana karaktere biraz değineceğim.
Filmde hikayenin ana karakteri olan Christian'ın günlük hayatını seyrediyoruz. Tıpkı bu dünyada yaşayan normal bir insanlardan birisiymiş gibi hisseden Christian, filmin süresi ilerledikçe yaptığı tercihlerle kendi kişiliği arasında çelişmeye başlıyor. Bu esnada The Square, aslında insanlığın ne hale geldiğini ve yapılan düşüncesiz tercihlerin nasıl etkili sonuçlar doğurduğunu gösteren bir aynaya dönüşüyor adeta.
Şimdi diyebilirsiniz; "Bunu bir sürü filmde gördük zaten, The Square de bunlardan farkı yokmuş gibi görünüyor." Ama yanılıyorsunuz. The Square'i özel kılan şey konusu değil, işlenişinde saklı. Film insanlığa dair bu şeyleri anlatırken seyirciyi kızdıracak görüntüler, sizi duygusal açıdan sömürecek şeyler kullanmıyor. Bu film kimseye parmak doğrultmuyor, hatta yargılamıyor bile. Hatta bunun aksine The Square, karanlık bir dram filminden ziyade bir komedi filmi aslında. Ruben Östlund, böyle bir konuyu o kadar komik ve güncel bir şekilde ele almış ki, filmi izlerken gülmekten yerlere yatıyorsunuz. Bu sayede de filmin vermek istediği mesajı çok net bir şekilde görüyorsunuz.
The Square, bildiğiniz filmlerden değil. Konusundan ve yönetmenliğinden ziyade, hikayesi alışmış olduğunuz sahne sıralamasını içermiyor. Çünkü filmlerde genellikle yönetmen bir şeyi vurgulamak için ana karakterin bir şeyi yapmak için karar vermesini, bundan sonra da gelecek sahneyi hızlıca geçiştirerek sonuca hemen varmamızı istiyor. The Square ise bu ara geçiş sahnelerini olduğu şekilde gösteriyor. Çoğu kişi bu sahneleri gereksiz ve aşırı uzun bulabilir. Ben ise son derece yaratıcı ve ferahlatıcı buldum.
Filmin ana karakteri Christian'ı canlandıran Claes Bang izlemesi çok keyifli olan bir performans sergilemiş. Hatta geçtiğimiz ay Emmy kazanmayı başaran Elisabeth Moss da çok başarılıydı. Genel itibariyle filmdeki bütün oyuncu kadrosunun performansları kusursuzdu. Böyle yaratıcı bir film, oyuncuların yeteneklerini daha da fark etmemi sağladı.
Ruben Östlund'un yönetmeliği ise resmen dahiceydi. Gözlemci bakış açısıyla çekilmiş olan uzun sahnelerin yanı sıra, böyle bir konsepti olabilecek en özgün ve komik bir şekilde ele almayı başarmış olması ise takdire şayandı. Östlund'un Turist filmini oldukça iyi bulmuş olsam da, The Square ile kendisini aştığını düşünüyorum.
The Square hakkında sadece tek bir sorunum var, o da süresi. Her ne kadar film yaratıcı fikirler ve sizi etkileyecek sahnelerle dolu olsa da (özellikle de bu filmin posterinde geçen sanat galerisi sahnesi benim için ön planda), film hikayesine son noktayı koymak için süresini biraz fazla uzatmış. Mesela son 20-25 dakika içerisinde anlatılan şeyler 10 dakikada da bence. Bu yüzden film bazı anlarda biraz yorucu olabiliyor. Bu filmi çok sevmiş olmama ve izlerken gülmekten yerlere yatmama rağmen, içimde The Square'i hemen yeniden izleme isteği doğmadı. Bir defa izleyip etkileneceğiniz, fakat bundan sonra kolayca tekrar tekrar izleyemeyeceğiniz filmlerden birisi.
Fakat bunun dışında The Square, bomba gibi bir filmdi. Her ne kadar oyuncuların harika performansları ve yaratıcı senaryo bu filmi ön plana çıkartsa da, The Square'i bu kadar iyi ve eşsiz yapan şey yönetmenliğinde gizli. Ruben Östlund bu filmde inanılmaz bir iş çıkartmış.
Eğer izlerken sizi düşündürtecek, daha önceden hiç görmediğiniz bir işlenişe sahip olan ve son zamanlarda hiç bu kadar gülmediğiniz bir film izlemek istiyorsanız, The Square'i sakın kaçırmayın. Tam olarak kusursuz değil ama içerisinde iyi olan şeyler o kadar iyi ki, izlerken etkilenmemek elde değil. Altın Palmiye ödülünü böyle sıra dışı bir filmin kazandığını görmek çok güzel. Vizyona girdiğinde sakın kaçırmayın.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Ruben Östlund'un dahiyane yönetmenliği.
+ Komik tonu.
+ Harika oyunculuklar.
+ Etkileyici diyaloglar.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Bazı sahnelerde film gereğinden biraz fazla uzun hissettiriyor.
TOPLAM PUAN: 9/10
Not: Böylece bu yılki Filmekimi festivalini noktalamış olduk. Kısacası bu yıl festivalde gösterilen filmler tek kelimeyle harikaydı (belki Le Fidéle hariç). Ve ben de festivalin içinde izlediğim filmleri en iyiden en kötüye kadar sıraladığım bir liste hazırladım:
1-) Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (9/10)
2-) The Square (9/10)
3-) Wind River (8.6/10)
4-) Good Time (8.5/10)
5-) The Shape Of Water (8.3/10)
6-) Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok (7.2/10)
7-) Battle Of The Sexes (7/10)
8- ) The Beguiled (6.9/10)
9-) The Leisure Seeker (6.6/10)
10-) Victoria & Abdul (6.5/10)
11-) Le Fidéle (3.5/10)