Hesabım
    Moonfall
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Moonfall

    Ayın Karanlık Yüzü hiç bildiğiniz gibi değil!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Bir insan, bir sinemacı bir olguya, bir konuya gönülden bağlı hatta tutkunsa ve hatta tüm kariyerini neredeyse salt o tutku üzerine inşa etmişse, insanların geri kalanı bu bağlılık ve bağımlılık karşısında ne yapabilir ki? 66 yaşındaki yönetmen Roland Emmerich’e dair hissettiğimiz saygı ile karışık olarak tam da bu! Kabul edelim kendisinin en büyük tutkusu sevgili gezegenimiz, Güneş sisteminin göz bebeği Dünya’yı yok olmanın eşiğine getirerek sonra da her seferinde kıl payı felaketten kurtarmayı başarmak! “Let’s Save The World!” Repliğini muhtemelen en çok onun imzası olan filmlerde duymuşuzdur son 30 yılda; tıpkı bu Cuma tüm dünya ile aynı anda ülkemizde de vizyona girecek Moonfall’da defalarca kez daha duyduğumuz gibi…

    1955 Almanya doğum olan ama adını yüksek bütçeli ve yüksek gişeli – ki bu ikisi her zaman paralel gitmez- Hollywood filmlerinin yönetmeni, çoğu zaman da ortak senaristi olarak yazdıran Ronald Emmerich’in 40 yıllık sinema kariyerine baktığımızda, yıkıcı ve devasa bilimkurgular, epik savaşlar ve istilalarla dolu bir filmografi karşılıyor bizleri. Bu ‘CV’nin kitlelerce ilk tanınan filmi Independence Day (1996) olsa da öncesinde çektiği, Hollywood Monster (1987), Moon 44 (1990), Evrenin Askerleri (1992), Yıldızlara Geçit (1994) gibi ilk dönem işleri, zaten bir Roland Emmerich sinemasının hangi istikamette evrileceğini gösteren referanslar. Üstat yıkım, uzaylı ve nükleer üçgenini seviyor…

    1990’ların ortasından itibarense Dünya gezegeninin herhangi bir şekilde işgali kendisinden (ve biraz da Michael Bay’den!) sorulur oldu! Tam da Amerika’nın Bağımsızlık Günü’nde Dünya’yı uzaylılar mı işgal edecek (Kurtuluş Günü-1996), devasa bir Uzakdoğu kertenkelesinin modernize hali New York’u yerle bir mi edecek? (Godzilla-1998), hepimizi buz devrine geri döndürecek küresel bir iklim felakete mi geliyor? (The Day After Tomorrow/ Yarından Sonra 2004), hepsi ve daha fazlası mesela bir Amerikan Başkanı’na saldırı  (Beyaz Saray Düştü-2013) ya da II. Dünya Savaşı’nın sinemasal açıdan kısmen gölgede kalmış bir çarpışması Midway (2019) Roland Emmerich’ten sorulur. Tabii bu kadar devasa epik yapımlar devasa prodüksiyon bütçeleri olmadan birer müsamereye dönüşeceği için stüdyolar da Emmerich sineması için kesenin ağzını olabildiğince açarlar. Kendisi de prodüktörlükten geri kalmaz. Gerçi bu bütçe mevzu, Moonfall (2022) filminde önceki yapımlara nazaran biraz tersine dönmüş gibi görünse de (145 milyon$ bütçesi ile Kurtuluş Günü 2- 165 Mn$, Yarından Sonra - 175 Mn$, ve 2012-200 Mn$ gerisinde), yine de işin içine devasa tsunamiler, meteor çarpması gibi felaketler, uzay, uzaylılar, Ay’a gitmek, Ay’ın iç yapısı, NASA, ABD ordusu ve Empire State Binası vs. girince en azından prodüksiyon kalitesi belli bir çıtanın üzerinde bir film seyrettiğimizi söyleyebiliriz.

    Peki, hepsi bundan mı ibaret? Tüm yazı boyunca Ronald Emmerich’in ‘dev yıkımlı felaket filmi’ alt türünün bir anlamda müteahhiti olduğunu anımsatmaya çalıştık. Sadece felaket tellallığı değil aslında, bu tür filmlerin senaryolarındaki ana matematik de sevgili Ronald Bey’in ve onun ekolünün çizdiği bir yol izler. Ve bu formül nedense hiç şaşmaz! Buyurun: 1. ‘Dünya Gezegeni’ne kötü niyetli uzaylılar, IA, hain meteor ya da tehlikeli yaratıklar gibi dışarıdan saldıracak bir düşman, ya da içeriden insani ellerden çıkmış, iklim krizi gibi bir tehdit bul. 2. Bu tehdidi herkesten önce amatör/yarı-profesyonel, ‘nerd’ bir bilim meraklısı fark etsin ama hiç kimse ona inanmasın. 3. Bir kişi hariç: İktidar güçleri açısından artık muteber olmayan eski bir devlet görevlisi! 4. Başkan dâhil ABD yönetimindeki hiç kimse bu bilim insanlarına inanmasın, onlarla dalga geçip, “deli!” desinler. 5. ‘Dünya’yı tehdit eden düşman unsur bir anda ve şiddetli biçimde kendini göstersin, ‘nerd’ler hemen haklı çıksın, sıradan halk kitleleri çılgınlarcasına isyan edip dükkanları yağmalasın ve bir işe yarayacakmış gibi şehir dışına kaçışmaya başlasın 6. Farklı dinlerden iman edenler kendi ibadethanelerinde Tanrı’ya yalvarıp ‘kıyamet günü’ için dua ederken görüntülensin 7. ABD Başkanı, haklı çıkan nerd’lere ve bir avuç ‘ötekilerden’ toplama ekibine tüm imkanlarını seferber etsin 8. Arada –mümkünse işin içinde nükleerin de olduğu- birkaç başarısızlık olsun, seyircinin yüreği ağzına gelsin 9. Görüşülmeyen ailelerle barışılsın, eski eşlerle, çocuklarla son telefon konuşmaları yapılsın 10. Tüm ekstrem imkanları bir şekilde kullanan yarı amatör yarı profesyonel bilim ekibi, ellerindeki son kuvvetle, son bir büyük hamle yapsın ve bu sefer başarsınlar! Veee mutlu SON! Dünya Gezegeni Kurtulsun! Ben şu basit şemayı analiz edip dökümünü çıkartırken yoruldum, 66 yaşındaki Ronald Emmerich’e uzun ömürler dilerim, o hala aynı yapıyı 150 milyon dolarlık bütçelerle çekmekten yorulmadı… Moonfall’da da seyredeceğiniz aşağı yukarı bu senaryo yapısı; fakat hemen bana kızmayınız, spoiler’ı bu sefer ben vermedim. Öte yandan, matematiğini iyi işletirseniz böyle bir izleği takip etmenin de popüler sinema açısından pek hatalı bir tarafı yok; sonuçta patlamış mısır sattıracak Hollywood blockbuster’ı çekiyorsunuz, kimse de sizden Fellini sinemasının zarafetini ve estetiğini beklemiyor nihayetinde…

    Fakat son 2 yıldır gerçek bir pandemi felaketini iliklerimize kadar yaşarken, yıkıcı felaket senaryoları da 90’lar ya da 2000’ler kadar çarpıcı ya da vurucu gelmiyor olabilir mi artık? Zira 2020 Mart’ında tüm ‘Dünya’ ile aynı anda hepimiz 2 rulo tuvalet kağıdı için dükkanları yağmaladık, makarna paketlerini yıkadık, evde delirmeden oturmak için makrome, örgü falan öğrendik ki bu en masumu, alienvari bir meretten korunmak için sokaklarda hala maskeyle gezmek zorundayız. Ve bir film karakteri çıkıp diyor ki “Hemen bir şeyler yapmazsak Dünya yok olacak ve insanlığın sonu gelecek!” Gerçekten mi? Şahsi kanaatim, lütfen yok olsun ve bu sefer kimse karışmasın, kurtarmaya çalıştıkça elimize yüzümüze bulaştırıyoruz… Pek çok sinema seyircisinin de felaket-yıkım alt türüne pandemiden sonra farklı bir gözle bakabileceğini pek hayal edemiyorum. En güçlü primitif dürtümüz hayatta kalmak bile olsa.   

    Moonfall özeline döner ve oyuncu kadrosuna bakarsak gönüllerimizdeki Oscarlı Monsters’ Ball (2001) imajı halen saklı kalan Halle Berry’yi bir kez daha Razzie’ye aday görmek sinemaseverleri üzecek muhtemelen. Ama hemen abalıya vurmayın. Çünkü Patrick Wilson’ın da en iyi ve oynaması gereken tek rolü halen Ed Warren. Öte yandan, bu filmin sürprizlisi önce duvarın sonra John Snow’un fedaisi, sadakat timsali Sam’i canlandıran John Bradley’in nerd birey KC Houseman olarak karşımıza çıkması. Senaryonun kendisine uzattığı tüm klişeleri çok iyi sırtlayan Bradley, KC’den hem dalga geçilecek hem de sempati duyulacak bir karakter çıkarmayı bir şekilde başarıyor.

    Filmin görsel açıdan en etkileyici sahneleri şüphesiz Ay’ın hem ‘iç tasarımını’ gördüğümüz ve neredeyse deneyimlediğimiz anlar; ayrıca Dünya’ya yaklaşıp çekim etkisiyle felaketlerin boyutu arttıkça, gece Ay ışığını seyretme romantizmini rahatlıkla bir kenara bırakıyorsunuz. Ay’ın beklenmedik anlarda yeniden doğuşu ve o sahnelerdeki kullanılan renk paleti ve de kar örtüsü ile kontrastı muazzam. Bir sonraki dolunayı izlemeye eskisi kadar cesaretim olur mu, bilemiyorum.

    Uzun lafın kısası, yeni bir felaketi ancak sinema perdesinde ve kurgu olarak izlemeye takatimiz var; klişelerinin yanı sıra filmin içerdiği bir düzine mantık hatasını bir kere koyup, kendinizi Ay’ın gizemine ve görsel efekt ihtişamına kaptırabilirseniz, sadece perdede kalmasını umduğumuz bir felaket filmi sinemalarda sizi bekliyor.   

    Not: Fona bir Pink Floyd açmayı da unutmayın :)

    Twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top