Oda tiyatrosu
Yazar: Ali ErcivanTek bir evin içinde birkaç saatlik zaman zarfında geçen The Party, jeneriği saymazsanız hepi topu 65 dakikalık süresiyle tam tiyatro sahnesine yakışır bir metne sahip. İngiliz ve Amerikan sinemasının saygın isimlerinden oluşan oyuncu kadrosu da bu tiyatro hissini besliyor açıkçası.
Janet’in Sağlık Bakanlığı görevine atandığı ve yakın arkadaş çevrelerinden tebriklerin yağdığı bir günde açılıyor film. Janet’in heyecanını paylaşır gözükmeyen kocası Bill ise bambaşka bir ruh halinde, çok karamsar havadisler vermeye hazırlanıyor o sırada. Janet’in kariyerinin zirvesine çıkışını kutlamak için eve gelen arkadaşlar beraberlerinde kendi sırlarını, kendi havadislerini ve kendi çatışmalarını da taşıyorlar kapıdan içeri. Bu son derece entelektüel topluluğa ait durmayan tek kişi, Janet’in seçim kampanyalarındaki asistanı Marianne’in kocası, pahalı takım elbisesiyle arzı endam etmiş kurt finansçı Tom. Marianne’in aralarına daha geç katılacağını bildiriyor herkese. Halbuki Marianne’in o gecenin bütün dengelerini altüst etmek için bedenen orada olmasına gerek bile yok aslında.
Yönetmen Sally Potter, sırların patladığı, entrikaların işlediği senaryosu üzerinden öncelikle bu burjuva insan seçkisinin ikiyüzlülüğüne vurgu yapıyor. Ölüm korkusuyla bir anda “Acaba inançlı biri olursam iyileşir miyim?” diye düşünmeye başlayabilen bir ateist. Batı tıbbını reddeden ama kendi metotları işe yaramayınca suni teneffüse başlayan bir şifacı. Sırf arkadaşı diye bir adamın karısını aldatmasına yardım edebilen bir Kadın Çalışmaları profesörü. İntikam kavramına inanmadığını söyleyen ama öfkeden kendini kaybedince ilk yaptığı şey fiziksel şiddete başvurmak olan bir siyasetçi. İlişkilerin iç yüzü ortaya döküldükçe, bu arkadaş yemeği bir patlamalar ve yüzleşmeler ortamına dönüşüyor. Ancak Sally Potter ve sineması, eleştirdiği bu insanlar kadar entelektüel ve İngiliz en nihayetinde... Dolayısıyla film kendini asla çok fazla kaybetmiyor, işler çığrından çıkmıyor, kontrollü bir sinir krizinden öteye gitmiyor. Fakat pekala küçük filmlerin usta yönetmeni diyebileceğimiz Potter, kısıtlı mekanı, bu mekanın içinde bulunabilecek her türlü kamera açısını, mizanseni, ışığı ve kurguyu etkili bir şekilde kullanarak, bu küçük öykünün içinde sürükleyici bir tempo yakalamayı başarıyor.
Film süresince bütün çiftler kendi ilişkilerini sorgular hale gelirken, lezbiyen çiftin ilişkisini sarsan sebepler zerre inandırıcılığa sahip değil, fazlasıyla zoraki, dolayısıyla “The Party”nin en işlemeyen kısmı orası. Fakat zaten sonunda anlıyoruz ki Janet ile Bill’in ilişkisi dışında her şey ikincil, Sally Potter bize -belli ki bu fikre pek heyecanlanarak- beklenmedik bir son hazırlamış, hatta sanki bütün filmi o final sürprizi için yapmış. Ancak uygulanış şekli sayesinde, bu sürpriz bile sadece tiyatro hissiyatını pekiştirmekle kalıyor.
Yanlış anlamayın, tiyatroyu küçümsemek değil niyetim. Sadece, tiyatro ve sinema ayrı sanatlar, teatrallik de sinema için ister istemez bir handikap. Sally Potter’ın rejisi bu handikabı aşmak için elinden geleni yapıyor elbette. Ama işte, bu zamanda heyecan duyacağımız filmler bunlar değil. Yine de küçük, nitelikli, çok iyi oynanmış, has İngiliz bir tiyatro metni izlemek isteyenlere tavsiyemdir.
Twitter: aliercivan