The Conjuring’i buna kim zorladı?
Yazar: Fırat AtaçThe Conjuring (2013) ile 70’ler doğaüstü korkusuna ağdalı bir aşk mektubu yazan James Wan, şu sıralar o mektubun devasa bir para sayma makinası haline dönüşmesinin keyfini çıkarıyor. Kasasında biriktirdiği neredeyse iki milyar dolarla yeni dönem korku sinemasının en sağlam seri üretimi haline dönüşen The Conjuring Evreni, geride bıraktığımız üç ana film ve beş spin-off ‘a yenilerini eklemeye devam edecek. Sorun şu ki; niceliğin kontrolden çıkmış olması niteliği her geçen gün daha da derdest ediyor.
İlk iki The Conjuring filminin modern başyapıt mertebesine göz kırpmasının yegâne sebebi James Wan, elindeki materyalin üzerine boca ettiği muazzam tutkusunu bizlere geçirmekte çok başarılıydı. Haleflerinin memuriyetten sıyrılıp kendilerini göstermeye çalıştıkları her anda yerle yeksan olduklarını üzülerek takip ettiğimiz spin-offlar, yarım başarı seviyesinin üzerinde tek bir örnek çıkaramadı. Mirası çarçur etme konusundaki mahirlikler şu ana kadar makinayı durdurmasa da gidişatın hiç iyi olmadığını söylemek gerek.
Evrenin en kötü denemesi The Curse of La Llorona (2019)’nın yönetmeni Michael Chaves’e emanet edilen The Conjuring: The Devil Made Me Do It (2021), sırf bu seçimle bile maça 1-0 geride başlıyor. Alıştığımız üzere gerçek bir hikayeden uyarlanan filmin öncüllerine göre zorluğu, Arne Cheyenne Johnson Davası’nın bir cinayet davası olması. Amerikan yargı tarihine ‘cinayette doğaüstü güçlerin rol oynadığı’ savunmasıyla geçen davanın kurgusu, sıkıştırılmış perili ev ve ruhun ele geçirilmesi konseptine bağlı kalınamayacak yeni fikirler gerektiriyor. İlk defa polis prosedürü, ilk defa ‘doğaüstü dedektiflik’ ve ilk defa mahkeme salonları…Seri için yenilikçi ve taze olabileceği kadar ustalık da isteyen bir hikaye bu.
Açılışındaki şeytan çıkarma seansıyla ‘sanırım olacak’ dedirten Chaves, hiç vakit kaybetmeden film üzerindeki kontrolünü kaybediyor. “Warrenlar’a saygıda kusur etmeyeyim” derken romantizeliğin sınırlarını zorluyor, eğilmesi gereken tüm diğer karakterleri görmezden geliyor. Soruşturmanın getirdiği hiçbir şeye konsantre olamayan yapı, ne sanığa ne Warrenlar’a ne de karanlık güce yarıyor. Film boyunca içine sıkışıp kaldığımız sarmal ‘ipucu bul, karanlıktan bir şey fırlasın, ipucu bul, karanlıktan bir şey fırlasın’ şeklinde özetlenebilir.
Wan’ın sabırla örüp finalini çılgınca kotardığı jump momentların yerini sabırsızlık abidesi anlar almış durumda. Öyle ki; The Conjuring Evreni’nin en kötü örneklerinde bile markası haline getirdiği bu korku anları, TDMMDI özelinde amatör eğlencesine dönüşüyor. Bir korku filminin ilk şartının gerilim yaratmaktan geçtiğini unutan Chaves, elinin altındaki başarılı olmuş formülleri bile kullanmaktan aciz görünüyor. Kendisini tebrik edebileceğimiz tek şey, sallantısı hiçbir zaman durmayan senaryoya bizi tutundurarak filmi bir şekilde nihayete erdirmesi.
En üzücü olan şey ise film bittiğinde izlediğimiz gerçek görüntü ve ses kayıtlarının verdiği o tüyler ürpertici hissiyatın kaybolması. O his de artık yerinde durmuyor. Bu noktada Warner Bros.’un filme koyduğu The Conjuring: The Devil Made Me Do It adının ince ince düşünülerek alınmış bir karar olarak varsaymak istiyoruz. Gerçek The Conjuring 3’ü bir gün James Wan’ın elinden izlemeyi diliyor, bu filmi de Warrenlar’ın lanetli obje dolabına kaldırmayı uygun buluyoruz.