Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Sabah
Yazar: Olkan Özyurt
Anderson kendi yazdığı senaryoda aslında bir aşk hikayesi anlatırken kadın erkek ilişkilerinde pek tartışılmayan iktidar ilişkisini ele alıyor. Bu iktidar ilişkisindeki güç dengelerini oluşturan unsurları, alkış tutanları, psikolojik, sosyal hatta sınıfsal boyutlarıyla işliyor. Aslında söz konusu aşk olsa bile erkek tahakkümünün, kaderine razı olmayan bir kadın tarafından nasıl yıkılabildiğini izliyoruz. Bu anlamda Phantom Thread kadının aşktaki zaferinin filmi. Ama Phantom Thread'ı iyi yapan senaryosundan ziyade Anderson'un sinemasal yetenekleri. Büyük yönetmenlerde gördüğümüz sinematografik özgünlük, Anderson'un klasik sinemaya öykünmesiyle kadrajlarına öyle bir yansıyor ki Kan Dökülecek'ten sonraki en iyi filmiyle karşımıza çıkıyor yönetmen.
Eleştirinin tamamı için: Sabah
Sözcü
Yazar: Burak Göral
"Magnolia", "Ateşli Geceler" (Boogie Nights) ve "Kan Dökülecek" (There Will Be Blood) gibi başyapıtlarının yanına konabilecek bir filme daha imza atmış olan yönetmen Paul Thomas Anderson, karakterlerini ince ince detaylandırmış. Filmde çalışan her bir departman bu detaylandırmanın sonuna kadar hakkını vermiş. Kostüm tasarımları bir filmin içinde hiç bu kadar önem kazanmamıştı sanki uzun zamandır. İğnenin kumaşa değdiği sesi duyduk resmen, kokularını hissettik. Evin içinde kurulan o bembeyaz, bol kumaşlı, bol kapılı dünya da çok acayip. Kendisini hiç de göze batırmayan müthiş bir sanat yönetmenliği filmin genlerine nüfuz etmiş.
Eleştirinin tamamı için: Sözcü
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Woodcock’un, bütün hayatını çekip çeviren ablası Cyril’le olan bağımlılık ilişkisine de anne ihtiyacının yansıması olarak bakabiliriz. Alma da, Cyril gibi Woodcock’un kontrol manyaklığına isyan ederek kendi alanını oluşturuyor. Gerçek aşk, bir ilişkiyi sürdürebilmek ve ayakta tutmaksa eğer, “Phantom Thread” bunun karmaşık ve tuhaf yollardan olabileceğini gösteriyor... Hayatta kişiliğinden, sezgilerinden ve sevgisinden başka hiçbir şeyi olmayan bir kadının, sevmeyi bilmeyen, kibirli, güçlü bir erkeği dize getirmesinin öyküsü olarak da bakılabilir filme... Woodcock’ta Daniel Day-Lewis, Alma’da Vicky Krieps mükemmel performanslar çıkarıyorlar. Lesley Manville ise Cyril’de sade, sakin oyunculuğun bazen ne kadar güçlü olabileceğini kanıtlıyor. Anderson’un görüntü yönetmenliğini de üstlenerek eski usul 35 mm formatıyla çektiği filmin pastel tonlarındaki renk paleti ve her biri tablo tadındaki kadrajları, ince bir işçiliğin ürünü. Anderson sadece çağımızın en iyi yönetmenlerinden değil, aynı zamanda en şaşırtıcı hikâye anlatıcılarından biri.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Anderson’ın kendisinin kaleme aldığı senaryo bazı yerlerde açmazlar içeriyor. Örneğin üstü kapalı olarak yapılan vurgularda Yahudi kökenli bir Alman olduğunu sandığımız Alma’nın geçmişine dair izleri çok da bulamıyoruz. Daha önce de vurguladığım gibi Alma’nın bir türlü yalnız kalamadığı (çünkü hep hayatlarının içinde Cyrill var) bir ilişkiyi sürdürmedeki ısrarını da anlayamıyoruz. Ama öte yandan öykü bir noktadan sonra rotasını başka yönlere kaydırıyor ve iki ana karakter arasında bir inatlaşma, kendi doğrularını dayatma ve çekişme izliyoruz. Kimi yabancı eleştirmenler bu durumu Alma’nın ‘feminist’ çıkışına bağlamışlar; ne derece doğru bir tespit bilemiyorum ama genç kadının karşısındaki adamın egosunu törpülediği ve nihayetinde kendi oyununa ortak ettiği bir gerçek... Bu haliyle de ‘Phantom Thread’, bir noktadan sonra sado-mazoşist bir tutkunun ifadesine dönüşüyor.
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Yönetmen Anderson’la on yıl kadar önce There Will Be Blood- Kan Dökülecek filminde de birlikte çalışmışlardı. Ve o film Day-Lewis’e bir ikinci Oscar getirmişti. Hayli seyrek çalışan, çok seçici bir oyuncu için büyük başarı!... Day-Lewis bu filmde dört başı mamur bir portre çiziyor: o zor, karmaşık, çetrefil karakteri capcanlı biçimde karşımıza getiriyor. Bu rol onun için sonuncusu olabilir, çünkü artık sinemayı bıraktığını kesin bir dille açıkladı. Yazık...Onu arayacağız. Kadın oyuncular da müthiş. Yepyeni oyuncu Vicky Krieps’in Alma’sı aklımızı başımızdan alıyor: öylesine yumuşak, boynu bükük bir kişiliğin giderek şeytanileşmesi... Kız kardeş de yine tanımadığımız Lesley Manville ise, 40-50’lerin ünlü karakter oyuncusu Judith Anderson’u hatırlatan yüzüyle çok ilginç bir kadın portresi çiziyor Dediğim gibi ağır bir tempoyla gelişen ve insanı farkında olmadan etkisi altına almasını bilen özgün bir film. Belki herkese göre değil, ama has sinemaseverler kaçırmasın.
Eleştirinin tamamı için: T24
Star
Yazar: Serdar Akbıyık
Phantom Thread son zamanların en kaliteli filmi. Bu sadece yönetmenin başarısı ve oyunculukların mükemmelliğiyle açıklanacak bir kalite değil. İnsan duygularının karmaşıklığını, karanlık yüzünü konu edinirken avam olmayan, neredeyse asil bir duygu dünyasına sahip olmasıyla ilgili.
Eleştirinin tamamı için: Star
Aksam
Yazar: Derya Canan Süter
Hikâyeyi en başından itibaren Alma’nın ağzından dinleyip aşık bir kadının gözlerinden Reynolds’ın dünyasının gösterilmesi ise filmi anlatım şekli olarak eşsiz kılıyor. Reynolds’ın baskılarına kendine göre çözümler getirerek kendi hükümranlığını yavaşça kuran Alma’nın ısrarlı inadı, Reynolds’ın çekeceği acıya rağmen yine de Alma’nın elinden iştahla yediği yemek alışık olmadığımız türden bir aşk ifadesi olsa da ‘Phantom Thread’, Daniel Day-Lewis’in etkileyici oyunculuğuyla aşkın muhtaçlık ve bağımlılık haline dönüşümü üzerine merak uyandıran bir yapım olarak aklımızda yer ediyor.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Sabah
Anderson kendi yazdığı senaryoda aslında bir aşk hikayesi anlatırken kadın erkek ilişkilerinde pek tartışılmayan iktidar ilişkisini ele alıyor. Bu iktidar ilişkisindeki güç dengelerini oluşturan unsurları, alkış tutanları, psikolojik, sosyal hatta sınıfsal boyutlarıyla işliyor. Aslında söz konusu aşk olsa bile erkek tahakkümünün, kaderine razı olmayan bir kadın tarafından nasıl yıkılabildiğini izliyoruz. Bu anlamda Phantom Thread kadının aşktaki zaferinin filmi. Ama Phantom Thread'ı iyi yapan senaryosundan ziyade Anderson'un sinemasal yetenekleri. Büyük yönetmenlerde gördüğümüz sinematografik özgünlük, Anderson'un klasik sinemaya öykünmesiyle kadrajlarına öyle bir yansıyor ki Kan Dökülecek'ten sonraki en iyi filmiyle karşımıza çıkıyor yönetmen.
Sözcü
"Magnolia", "Ateşli Geceler" (Boogie Nights) ve "Kan Dökülecek" (There Will Be Blood) gibi başyapıtlarının yanına konabilecek bir filme daha imza atmış olan yönetmen Paul Thomas Anderson, karakterlerini ince ince detaylandırmış. Filmde çalışan her bir departman bu detaylandırmanın sonuna kadar hakkını vermiş. Kostüm tasarımları bir filmin içinde hiç bu kadar önem kazanmamıştı sanki uzun zamandır. İğnenin kumaşa değdiği sesi duyduk resmen, kokularını hissettik. Evin içinde kurulan o bembeyaz, bol kumaşlı, bol kapılı dünya da çok acayip. Kendisini hiç de göze batırmayan müthiş bir sanat yönetmenliği filmin genlerine nüfuz etmiş.
Habertürk
Woodcock’un, bütün hayatını çekip çeviren ablası Cyril’le olan bağımlılık ilişkisine de anne ihtiyacının yansıması olarak bakabiliriz. Alma da, Cyril gibi Woodcock’un kontrol manyaklığına isyan ederek kendi alanını oluşturuyor. Gerçek aşk, bir ilişkiyi sürdürebilmek ve ayakta tutmaksa eğer, “Phantom Thread” bunun karmaşık ve tuhaf yollardan olabileceğini gösteriyor... Hayatta kişiliğinden, sezgilerinden ve sevgisinden başka hiçbir şeyi olmayan bir kadının, sevmeyi bilmeyen, kibirli, güçlü bir erkeği dize getirmesinin öyküsü olarak da bakılabilir filme... Woodcock’ta Daniel Day-Lewis, Alma’da Vicky Krieps mükemmel performanslar çıkarıyorlar. Lesley Manville ise Cyril’de sade, sakin oyunculuğun bazen ne kadar güçlü olabileceğini kanıtlıyor. Anderson’un görüntü yönetmenliğini de üstlenerek eski usul 35 mm formatıyla çektiği filmin pastel tonlarındaki renk paleti ve her biri tablo tadındaki kadrajları, ince bir işçiliğin ürünü. Anderson sadece çağımızın en iyi yönetmenlerinden değil, aynı zamanda en şaşırtıcı hikâye anlatıcılarından biri.
Hurriyet
Anderson’ın kendisinin kaleme aldığı senaryo bazı yerlerde açmazlar içeriyor. Örneğin üstü kapalı olarak yapılan vurgularda Yahudi kökenli bir Alman olduğunu sandığımız Alma’nın geçmişine dair izleri çok da bulamıyoruz. Daha önce de vurguladığım gibi Alma’nın bir türlü yalnız kalamadığı (çünkü hep hayatlarının içinde Cyrill var) bir ilişkiyi sürdürmedeki ısrarını da anlayamıyoruz. Ama öte yandan öykü bir noktadan sonra rotasını başka yönlere kaydırıyor ve iki ana karakter arasında bir inatlaşma, kendi doğrularını dayatma ve çekişme izliyoruz. Kimi yabancı eleştirmenler bu durumu Alma’nın ‘feminist’ çıkışına bağlamışlar; ne derece doğru bir tespit bilemiyorum ama genç kadının karşısındaki adamın egosunu törpülediği ve nihayetinde kendi oyununa ortak ettiği bir gerçek... Bu haliyle de ‘Phantom Thread’, bir noktadan sonra sado-mazoşist bir tutkunun ifadesine dönüşüyor.
T24
Yönetmen Anderson’la on yıl kadar önce There Will Be Blood- Kan Dökülecek filminde de birlikte çalışmışlardı. Ve o film Day-Lewis’e bir ikinci Oscar getirmişti. Hayli seyrek çalışan, çok seçici bir oyuncu için büyük başarı!... Day-Lewis bu filmde dört başı mamur bir portre çiziyor: o zor, karmaşık, çetrefil karakteri capcanlı biçimde karşımıza getiriyor. Bu rol onun için sonuncusu olabilir, çünkü artık sinemayı bıraktığını kesin bir dille açıkladı. Yazık...Onu arayacağız. Kadın oyuncular da müthiş. Yepyeni oyuncu Vicky Krieps’in Alma’sı aklımızı başımızdan alıyor: öylesine yumuşak, boynu bükük bir kişiliğin giderek şeytanileşmesi... Kız kardeş de yine tanımadığımız Lesley Manville ise, 40-50’lerin ünlü karakter oyuncusu Judith Anderson’u hatırlatan yüzüyle çok ilginç bir kadın portresi çiziyor Dediğim gibi ağır bir tempoyla gelişen ve insanı farkında olmadan etkisi altına almasını bilen özgün bir film. Belki herkese göre değil, ama has sinemaseverler kaçırmasın.
Star
Phantom Thread son zamanların en kaliteli filmi. Bu sadece yönetmenin başarısı ve oyunculukların mükemmelliğiyle açıklanacak bir kalite değil. İnsan duygularının karmaşıklığını, karanlık yüzünü konu edinirken avam olmayan, neredeyse asil bir duygu dünyasına sahip olmasıyla ilgili.
Aksam
Hikâyeyi en başından itibaren Alma’nın ağzından dinleyip aşık bir kadının gözlerinden Reynolds’ın dünyasının gösterilmesi ise filmi anlatım şekli olarak eşsiz kılıyor. Reynolds’ın baskılarına kendine göre çözümler getirerek kendi hükümranlığını yavaşça kuran Alma’nın ısrarlı inadı, Reynolds’ın çekeceği acıya rağmen yine de Alma’nın elinden iştahla yediği yemek alışık olmadığımız türden bir aşk ifadesi olsa da ‘Phantom Thread’, Daniel Day-Lewis’in etkileyici oyunculuğuyla aşkın muhtaçlık ve bağımlılık haline dönüşümü üzerine merak uyandıran bir yapım olarak aklımızda yer ediyor.