Acımasız çarklara takılan kanatlar
Yazar: Banu BozdemirBol ödüllü film Babamın Kanatları’nı Adana’da izlediğimde biraz büyülendiğimi itiraf etmeliyim. İşte bu dedim, derdi olan, o derdiyle birlikte birçok sorunu da kucaklayan, Yılmaz Güney sinemasına en harbisinden selam çakan ve iki sene evvel yaşanan, işçilerin hayatını kaybettiği asansör faciasını tam da omurgasından yakalayan bir film Babamın Kanatları. Kıvanç Sezer ilk uzun metrajında o kadar yetkin bir bakış açısıyla yetkin bir yönetmenliğe imza atıyor ki, filmden etkilenmemek adeta imkansız hale geliyor.
Üçüncü sayfalarda yer bulabilen, gittikçe günlük hayatımızın telaşı içinde uzağına düştüğümüz bir kavram karmaşasının tam da içine sokuyor Sezer bizi. Aslında her gün yanıbaşımızda arsızca yükselen gökdelenlerin, çalışkan karıncalarını tanıştırıyor bizlerle. İsimsiz, memleketsiz, anasız, babasız, yok oldukça yerine konan bir tuğla misali acıları da kat be kat yükselen işçi sınıfına dair slogansız ama politik ve toplumsal gerçekçi ve asla sömürüye dayanmayan bir bir yaklaşımla ele alıyor hikayesini.
Filmdeki ustabaşı İbrahim anlatının merkezi. Bir inşaatın duvarları arasına sıkışan hayatların sessiz çığlıkları inşaat yükseldikçe daha duyulmaz, daha umutsuz oluyor, İbrahim dertleri de içinde katlanıp birikiyor. Ömrünü inşaatlarda heba eden , üstüne üstlük ölümcül bir hastalığa yakalanan İbrahim sistem denen bataklığa kendince kafa tutuyor, tabii hayatı pahasına. Yaptığı evlerin sahip olunamayan duygusuyla… Van’da bir depremzede olan ailesine bir inşaat işçisinin bırakmak isteyeceği en büyük hayal kafalarını sokacakları bir ev! o ikilemi o kadar iyi hissettiriyor ki film İbrahim’in hayatı ellerimizden uçup gittikten sonra bile kanat çırpmaya devam ediyor.
Tabii kuşak çatışması mı demek lazım, yoksa yeni dünyanın düzeni mi demek lazım bilemedim ama yeğeni Yusuf onun gibi karamsar ve tam da ortasından bakamıyor bulundukları konumun vehametine. O biraz daha yeni Türkiye temsiliyeti gibi. Türbanlı kız arkadaşıyla, bitmek bilmeyen şantiye hayatının içinde bir yükseliş, bir yaşam arıyor. Amcası İbrahim’in kaderi onun için bir tercih noktasında duruyor. Tabii sonlara doğru, yani İbahim’in karısının işin içine karışmasıyla biraz büyük, biraz zorlu ve daha kopuk bir hesaplaşmanın içine giriyoruz. Oradan da alnımızın akıyla çıkmamıza karşın, o bölümü biraz fazla buldum. Sistemin bu uzlaşı çabalarıyla İbrahim’in ruhunun hiç uyuşmadığı, uyuşmayacağı ortada ama film yine de bu çaresizlik duygusuyla bizi bir süre başbaşa bırakıyor.
Tabii bir de İbrahim’in küçük kızıyla giriştiği ‘kanat’ muhabbeti var ki, film herkesi mutsuz etmek adına kendi gerçekliğinden pek taviz vermek istemiyor duygusu yarattı bende. Ya da çaresizlik tokatını öyle bir okkalı çarpmak istemiş ki suratımıza, çıkmamacasına izi kalsın her yerimizde!
Neredeyse yakın zamanlamayla Ken Loach filmi Ben Daniel Blake de vizyona girecek Aralık ayı içinde. Loach işçi dünyasına en fazla eğilen neredeyse tek yönetmen. Karakteri Daniel Blake’in hastalığı yüzünden çalışamaması aynı zamanda yardım alamaması üzerinden sistemin çarpıklığını anlatmaya çalışan yönetmen yine nokta atışı yapıyor. Çıldırtıcı bir döngünün içine sokuyor bizleri ve ironik anlatımla tam bir denge yakalıyor. Babamın Kanatları daha dingin, İbrahim’in iç dünyasını bir gölge gibi takip ediyor ve tek ironisi sistemin acımasız çarklarına karşı kanatlarını daha fazla açamayan bir adamın hazin sonu oluyor. Menderes Salmancılar İbrahim’in yalnız ve dertli dünyasına çok güzel sahip çıkıyor ve filmi yükselten birperformans sunuyor. Bu da filmin bütünlüklü başarısı içinde yerini alıyor.
Aslında bir yandan da Ken Loach örneğini şu yüzden vermek istedim. Kıvanç Sezer belki de politik, toplumsal ve yönetmenler tarafından fazlaca göz ardı edilen işçi sınıfının dertlerine yetkin sinema diliyle el uzatabilir, destek olabilir! İbrahim gibi geride bıraktıklarına derman olmaya çalışırken, çocuklarının kanatsız melekleri olan babaların sesi olur. Babamın Kanatları yılların kanayan yarasını, yeni dünya düzeninin bozuk köle sistemi mantığıyla çok güzel harmanlıyor ve işçi sınıfına sahip çıkıyor hissini derinden yaşatıyor ki, işte bu paha biçilemez.
twitter.com/BanuBozdemir