Mesele deniz kızı mı kalmak, yoksa insan mı olmak!
Yazar: Banu Bozdemir"Ama bir denizkızının gözyaşı yoktur ve bu nedenle çok daha fazla acı çeker."
Söz, Hans Christian Andersen'in Küçük Deniz Kızı masalını anlatıyor ve aynı zamanda Disney'in ölümsüz peri masalındaki en son uzun metrajlı müzikal uyarlamasının açılış anlarını süslüyor.
Disney’in her uyarlamasının birkaç kez karşımıza çıkması, "insanlar bu hikayeyi zaten biliyor" garantisi bazen geri tepiyor ve ortaya başarısız işler çıkıyor ama Küçük Deniz Kızı en azından onların birçoğundan daha hakikatli, 1989 yapımı orijinal filme sadık kalırken bir yandan da karakterleri ve hikayeyi bozmadan genişletiyor. Filmi izlerken 1837 yılında yazılan ve insan olmak isteyen küçük denizkızının isteği günümüzde nasıl bir değişime uğrardı diye düşünmeden edemedim, biz insanlar mı denizkızı olmak isterdik acaba? Çocukların gözlerindeki büyüsü baki tabii denizkızlarının…
Hikayemize şöyle kısa bir göz atıp detaylara inmekte fayda var. Kral Triton’un yedi kızının en küçüğü Ariel, denizin dışındaki dünyayı ve insan olmanın nasıl bir şey olduğunu deli gibi merak eder, en çok da ayakları olmasından ve dans etmelerinden etkilenir. Babası insanların kötü olduğunu tekrar ettikçe, Ariel bunun tersi de olabileceğine, herkesin kötü olmadığına inanır ve bir gün fırtınaya yakalanan Prens Eric’in kurtulmasına yardım eder. Eric, Külkedisi’ni arar gibi onun sesini aramaya başlar. Ariel deniz cadısı ve aynı zamanda halası Ursula’ya sesini bir çift bacak karşılığında verir ve insan dünyasına bir geçiş yapar. Filmin ilginç gelen yanlarından biri de Ada krallığına getirilen Ariel’in bir prenses gibi karşılanması oluyor, yani Külkedisi muamelesi görmüyor ve Prens Eric’le hemen romantik gezilere çıkıyor. Bu arada Ariel’in Eric’e ismini anlatma şekli, filmin keyifli anlar hanesine yazılmalık bir durum barındırıyor.
Filmin uzun olması karakterlerin derinliği açısından bir avantaj gibi duruyor, gerçi filmin arkaik dozu biraz mesaj kargaşası da yaratmıyor değil. Ariel meraklı, başına buyruk bir kız ama ancak bir kralın kızı olmaktan çıkıp bir prensin karısı olmaya kadar gidiyor bu asi tutkusu. Çünkü onun tutkusu biraz da insan ve aşık olmakla sınırlandırılmış gibi duruyor. Buna rağmen filmin, gençlerin ebeveyn kucağından kurtulup kendi hayatlarına yön vermeleri konusunda da mesajları mevcut. Tabii Ariel'in denizin içinde kurduğu dostluklar da cabası. Martı, yengeç ve balık dostu onun kararı ne olursa olsun onun yanında yer alarak, gerçekten dost olduklarını anlatır kıvamda. Bu da hayvanların dostluk konusunda gösterdiği hassasiyet ve samimiyetin arkasında sonuna kadar durduğunu belli ediyor.
Gelelim Halle Bailey’e… Siyahi bir oyuncunun bir denizkızı olması filmin fragmanı yayınlanır yayınlanmaz tepkiler çekti ama çok da kulak asmamak lazım bu tür ırkçı söylemlere. Gayet de güzel omuzluyor rolünü; bir genç kız, hatta çocuksu dokusunu, kadınsı bir argümana da bağlamayı başarıyor. Part of Your World yorumu da şenlendirici. Rolünün kendisinden istediği duruma hakim ve hazır bir imaj çiziyor.
Ariel ve Eric’in bir biriktirici olmaları da hikayeye katkı sunan detaylar. Çataldan yapılan tarak detayı, deniz kabuğunun bir boru gibi kullanılması ve Eric’in denizkızı biblosu filmi detaylandıran ayrıntılar. Tabii ayağındaki topukluları çıkarıp kimi zaman yalın ayak, kimi zaman sandaletlerle yoluna devam etmesi, kafasının içinde şarkı söylemeye devam etmesi ve Eric’i okyanus konusunda işaretleriyle yönlendirmesi de filmin tavrı konusunda minik ipuçları barındırıyor.
Tabii okyanusun terapisine daha fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanlar, o yüzden denizkızının oradan kaçmak istemesi kesinlikle cazip bir fikir gibi gelmiyor ama dünyanın keşfi sırasında/sonrasında geçen hikaye bir ada (karayip) ülkesinde geçtiği için dışarısı da en az denizin içi kadar cazip duruyor.
Filmin düşüşe geçtiği yerler görsel efektleri. Birçok görkemli filmin arkasında Rob Marshall’ın imzası var ama deniz altı etkisiyle film çekmek biraz onu zorlamış gibi. Özellikle de denizin içindeki saç salınımları biraz düz ve yapay duruyor, bu da deniz altında olma hissini bölüyor, denizin altında olmanın zevkine tam ulaşamıyoruz ama yine de iyi geliyor.
Filmde Ariel’in babasını Javier Bardem canlandırıyor ve onu görmek iyi geliyor, hele de dev ahtapot rolünde Melissa McCarthy iyi iş çıkarıyor, filmin kötücül yanı olarak yerini koruyor.
Filmin hikayesi bu hikayeyle biraz daha durulmuş gibi dursa da hala geniş bir kitleye hitap ettiği aşikar, küçük denizkızının insan olma çabası günümüzde bana göre anlamsız kalsa da, sınırları aşmak konusunda çabalamaya değer duygusunun hakimiyetiyle denizkızının kuyruğuna sarılıyoruz.
twitter.com/banubozdemir