Aile mi, Rusya mı, Zvyagintsev mi? Hangisi daha bencil?
Yazar: Ali ErcivanDönüş (The Return) filminden beri her yaptığı işi merakla takip ettiğimiz Rus sinemacı Andrey Zvyagintsev, geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanmış ve geçtiğimiz günlerde Yabancı Dilde En İyi Film dalında hem BAFTA hem Oscar ödüllerine aday gösterilmiş son filmi Sevgisiz’i (Nelyubov) gerçekten mükemmel bir 17-18 dakika ile açıyor. Kışın eşiğindeki bir Moskova’da, 12 yaşında bir çocuğu takip ediyoruz. Ebeveynleri boşanma sürecinde olan Alyosha, annesi Zhenya’yla birlikte bir toplu konuttaki evlerinde yaşıyor. Babası Boris en fazla arada sırada eve uğruyor ve uğradığında da karı koca şiddetli bir şekilde kavga ediyorlar. Hesapta olmayan bir hamilelik sonucu erken yaşta evlenmiş ama birbirlerini sevememiş bir çift bu. Yaptıkları çocuğu, evliliklerini, bütün bu süreci bir hata olarak gördükleri belli. Özellikle Zhenya bunu açıkça dile getirmekten de çekinmiyor. Ve sanki kendi hatalarının bütün acısını oğlundan çıkartıyor.
Alyosha için o evde yaşamanın nasıl kahredici bir deneyim olduğunu izliyoruz bu giriş bloğunda. Kafasını instagram’ndan kaldırmayan, ona sürekli kötü davranan bir annesi var. Daha ileride Zhenya’nın, oğluna her baktığında sadece ne büyük bir hata yaptığını gördüğünü ve bunun midesini bulandırdığını söylediğine bile şahit olacağız. Anne kendi hatalarının hıncını çocuktan çıkartırken, kocası Boris’in çocuğu umursadığına dair bir emare bile yok. Gece eve gelince oğlunu sormuyor, yatak odasına gidip onu en azından görmekle ilgilenmiyor, onu zerre merak etmiyor. Tek düşündüğü, çalıştığım şirket boşandığımı öğrenirse, bu benim kariyerimi kötü etkiler mi? İnsanların bilgisayarları başında solitaire oynayarak vakit öldürdükleri, ne iş yaptığı belirsiz ama yüzlerce kişinin çalıştığı bir şirkette beyaz yakalı Boris. Oğlundan çok düşündüğü kariyer sadece bu.
Boris ve Zhenya, oğullarının duyup duymayacağını bile kafaya takmadan, boşandıktan sonra çocuğun kimde kalacağının tartışmasını yapıyorlar bu giriş kısmında. İkisi de çocuğu istemiyor, diğerinin başına bırakmaya çalışıyor. Ve duygu sömürüsü olarak görenler de var elbet ama bana sorarsanız filmin en güçlü anında, Zhenya tartışmaya devam etmek için hırsla Boris’in yanına dönerken bir kapıyı sertçe çekip kapattığında, o kapının arkasına saklanmış, kendisi hakkında edilen bütün lafları ağlamaktan katılarak dinleyen küçük Alyosha’yı görüyoruz. Yürek paralayıcı bir an bu. İnsanın o çocukla beraber ağlamaktan ciğeri sökülür. Öyle bir an.
Ertesi sabah, kahvaltıda yine annesinin ters tavırlarına maruz kaldıktan sonra okula gitmek için evden çıkıyor küçük çocuk. Binanın merdivenlerinden koşarak aşağı inip gözden kaybolduğunda, onu bir daha göremeyeceğimizi hissediyoruz zaten. Alyosha kadrajdan çıkıyor ve bir daha dönmüyor. Sonraki yarım saat, yani filmin ikinci bloğu boyunca, Boris ve Zhenya’nın o günü ve geceyi nasıl geçirdiklerini izliyoruz. Boris şirkette, boşanma durumunun pozisyonunu nasıl etkileyeceğini anlamak için iş arkadaşlarının ağzını arıyor. İşten sonra, karnı burnunda yeni sevgilisiyle alışverişe çıkıyor. Birlikte yaşadıkları evlerine gidip seks yapıyorlar. Zhenya ise önce kişisel bakımıyla ilgileniyor. Güzellik merkezi gibi bir yerde çalıştığını anlıyoruz. O da iş çıkışı kendi sevgilisiyle buluşup lüks bir restoranda yemek yiyor. Lüks şeyleri sevdiğini anlıyoruz, bu kez ona uygun zengin bir koca adayı seçmiş zaten. Geceyi sevgilisinin modern dairesinde geçiriyor. Sabaha karşı eve döndüğünde, oğlunun odasına bakmak yine aklının ucundan bile geçmiyor. Zvyagintsev özellikle uzatıyor bütün bu bloğu. Olan bitenden daha önemlisi, olmayan çünkü. Ne Boris ne de Zhenya oğullarının nasıl olduğunu, ne yediğini ne içtiğini, eve dönüp dönmediğini bile kontrol etmiyor. Ancak ertesi günün ilerleyen saatlerinde, Alyosha’nın iki gündür okula gelmediğine dair bir telefon alınca duruma uyanıyor anne.
Filmin üçüncü ve asıl bloğu da böyle başlıyor zaten. Küçük çocuğu arama çalışmaları, filmin esas gövdesi. Polis de en az anne baba kadar umursamaz davranıyor başta. Nasılsa döner deyip ilgilenmiyorlar bile. Gönüllülerden oluşan bir arama kurtarma ekibinin olaya dahil olup çalışmalara başlaması gerekiyor. Zvyagintsev çok mesafeli, çok kontrollü, elbette ne yaptığını gayet iyi bilen bir sinema diliyle bizi bu arama çalışmalarına seyirci kılıyor. Boris ve Zhenya’nın gitgide vicdan azabıyla kendilerini suçlamaya başlayacakları bir süreç bu. Fakat gerçekten ders alacaklar mı? Gerçekten bir şey değişecek mi?
Bu yapı içinde ilgi çekici bir sinema malzemesi var kuşkusuz. Ve bu sadece basit bir aile draması malzemesi de değil. Zvyagintsev gözümüzden kaçmasına hiç izin vermediği bir şekilde, bu öykü üzerinden bir Rusya alegorisi de yapıyor. Arama çalışmaları sırasında devasa binalar, yapılar görüyoruz. Terk edilmiş okullar, dev uydu sistemleri, onlarca katlı binalar... Görkemli ya da bir zamanlar görkemi de tatmış bir ülkenin artık unutulmuş, köhne, atıl yapıları her biri... Artık inceliği hepten bir kenara bırakıp sembolizmini doğrudan gözümüze soktuğu, Zhenya’nın göğsünde kocaman harflerle Rusya yazan eşofmanlı son sahnesinde olduğu gibi, şık binalarda oturup koşu bantlarında koşarken aslında sadece yerinde sayan bir toplum...
Şahsen, bu eleştirinin kendisinden ziyade, perdeye taşınma biçiminden rahatsız oldum ben. Zvyagintsev, Alyosha’nın kaybolduğu andan itibaren, filmin geri kalanı boyunca tek bir nüans, bir incelik göstermiyor. Ardı ardına çok basmakalıp bir modern insan eleştirisi, klişelerden ibaret bir olay örgüsü izliyoruz. Kimsenin kafasını akıllı telefonlarından kaldırmadığı bir metro sahnesi mesela, bugün herhalde böyle bir eleştiri getirmek isteyen sinema öğrencilerinin bile ilk yapacağı şeydir. Akla ilk gelen fikirlerden ibaret sanki bütün film. Şimdi, bunlar benim şahsi görüşlerim elbette ama filmden bayağı etkilenen çok sayıda insan olduğunu da bildiğimden, acaba bu film seyircileri neden ikiye böldü diye düşünmeden edemiyorum. Yürütebildiğim tek fikir, acaba bir kısım seyirci için “Çocuğun başına ne geldi? Akıbetini öğrenebilecek miyiz? Çocuk kurtulacak mı?” gibi soruların sağladığı bir tansiyon mu filmi merak uyandırıcı kılıyor? Çünkü, bana sorarsanız, Zvyagintsev hiç o duyguya oynamıyor. İlk andan itibaren, çocuğun akıbetiyle ilgilenmediğini, bu öykü üstünden sadece karakterlerini, Rusya toplumunu (ve bir de kadınları, ona az sonra geleceğim) dövüp hırpalamak istediğini belli ediyor.
Gönüllü arama kurtarma ekibini ve öykü boyunca karşılaştığımız çocukları saymazsak, Sevgisiz filminde sempati duyulabilecek karakter bulmak mümkün değil. Boris’in yeni sevgilisi, evde yalnız olmaktan sıkılıp bu çocuğu daha ne kadar arayacaksın manasında tepkiler verebiliyor. Bir çocuğun belki de ölmüş olması, onu sevgilisinden ayrı kalmak kadar ilgilendirmiyor. Alyosha’nın öğretmeni bile çocuğun başına ne geldiğine dair çok ilgili görünmüyor. Zhenya’nın annesi zaten evlere şenlik, düşman başına bir kadın... Ben bütün bunları arka arkaya sıralarken, bir şey dikkatinizi çekti mi? Hep kadınları sayıyorum.
Evet, Boris de ağır eleştiri oklarından nasibini alıyor ama ondan iyi kötü esirgenmeyen, oyuncu yönetimine bile yansıyan sempati, başta Zhenya olmak üzere filmin tüm kadınlarından net bir şekilde esirgeniyor. Bunun en görünür olduğu nokta, daha önce bahsettiğim, Zhenya’nın yeni sevgilisiyle yemeğe gittiği lüks restoran sahnesi. Çünkü bu sahnede, yönetmen ana karakterleri bırakıp enteresan bir şekilde başka karakterlere yöneliyor. Örneğin, sahnenin başında, alımlı bir genç kadının masasına, muhtemelen erkek arkadaşının yanına dönüşünü izliyoruz. Fakat yolda bir adam onu durduruyor. Kim olduğunu görmediğimiz bir adam bu. Filmde başka tek bir örneği olmayan öznel kamera kullanımı, genç kadının direkt objektife bakarak adamla konuşması, bunun yönetmenin bakışı olduğunu düşündürtüyor hala. Adam, kadından telefon numarasını istiyor; kadın da hiç tanımadığı bu adama numarasını verip masasına, erkek arkadaşının yanına öyle dönüyor. Ne demek şimdi bu?!
Zhenya ve sevgilisi restorandan çıkarken, kamera bu kez başka bir masaya odaklanıyor. Genç kadınların muhtemelen bir kutlama yaptığı masada, biz bu kadınları topluca selfie çektirirken görüyoruz. Peki bu neden? Zhenya, Boris’in yeni sevgilisi ve onun annesi, restorandaki kadınlar, hep film boyunca selfie çektiren, instagram’da vakit geçiren karakterler. Gerçekten, arama kurtarma ekibindekiler hariç, olumlu yaklaşılmış tek bir kadın karakteri olmaz mı filmin? Bütün bunların toplamından cinsiyetçi, hatta kadın düşmanı bir tavır çıktığını söylemek hiç abartı sayılmaz.
Evet, görüntü yönetimi çok başarılı. Zvyagintsev işin cilasını hep çok iyi becermiştir zaten. Filmin ritmi, atmosferi çok tutarlı, hatta güçlü. Sarsıcı anları da var doğrusu. Bana sorarsanız, Oscar’ı da kazanacak. Fakat altını bu kadar kalın çizgilerle çize çize ahlak bekçiliği yapmanın, kadın karakterlerine böylesine nefretle bakmanın ve bütün bunları klişelerin ötesine hiç geçemeden, vitrini ne kadar şık olursa olsun içini hiç zenginleştiremeden anlatmanın bendeki karşılığı iyi sinema değil. Kimseye görmeyin demem. Üzerine farklı görüş ve beğeniler olan, ayrıca aldığı ve alacağı ödüllerle yılın önemli filmlerinden biri Sevgisiz. Ancak kendi adıma, zavallı Alyosha’nın o kapının ardında gözyaşlarına boğulmuş bir halde gizlendiğini fark ettiğimiz o tokat gibi anın ötesinde, ben de bu filme karşı son derece sevgisizim.
Twitter: aliercivan