Gelenekselin peşinde 10. film...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluDerviş Zaim sinemasını eleştirmek, hatta yorumlamak dahi meşakkatli iş. Tıpkı Zaim’in sinemasına harcadığı gibi ciddi bir mesai ve hatta geleneksel sanatlara dair bilgi birikimi gerektiriyor Derviş Zaim sineması üzerine kalem oynatmak. Açıkçası çok pişmiş ya da demlenmiş bir yazı sunamayacağım bu seferlik ama Nokta’dan bu yana en akılda kalıcı işine imza atmış diyebiliriz rahatlıkla.
23. Adana film festivalinde seyretme şansı bulduğum Rüya filmi benim için festivalin en iyisiydi. Gerek filmin dokusu ve yapısı gerek yönetmenliği ve başta kurgu olmak üzere teknik konulardaki yeterliliği bir sinema seyircisi olarak, film çıkışında gerçek bir sinema filmi seyrettiğimi hissettirmişti; içinden geçtiğimiz kuraklık ortamını düşününce Rüya beni Türk sinemasına dair bir düşe doğru sürükledi. Lezzeti gece boyu damağımda kaldı. Geleneksel sanat formlarını kullanmayı sevdiğini bildiğimiz Derviş Zaim bu sefer yedi uyurlar menkıbesi ve Kıtmir anlatısını ele alıp günümüzde içinde yaşadığımız kentsel (rantsal) dönüşüm olgusu ile harmanladığı bir hikaye kuruyor.
Karşımızda bir kadın mimar Sine var, ama bu kadının yaşadığı 4 ayrı büyüme evresi var*. Değişiminin ve olgunluğunun her bir evresi de farklı kadın oyuncular tarafından temsil ediliyor üstelik. Ve bu oyuncuların senaryo yapısında seyirciye geçirilmek istenen bütünlük vurgusu, şahsen zarar görmüyor. Her bir geçişte seyredeceğimiz yeni oyuncuyu ve aynı karakterin yeni dönüşümünü ben merakla bekledim. Zannımca salt bu detay bile yönetmenlik kabiliyeti açısından bu filmi farklı bir çizgiye koymaya yeter, yetmeli. Derviş Zaim usta şimdiye kadar kendi sinemasında hiç değinmediği mimarlık teması üzerinden ilerleyerek hem bir kadının dönüşümünü uykuları ve rüyaları üzerinden yorumlamaya çalışıyor hem de filmin bir kolunu işgal etse de İstanbul’un maruz kaldığı rant odaklı toplu konut dönüşümünün olası etkilerini, sonuçlarını ve facialarını beyazperdede görünür kılıyor. Zaim verdiği röportajda her ne kadar filmin direkt ve salt bu konuyla anılmasını arzu etmediğini kibar bir dille ifade etmiş olsa da, aynı gemideyiz ve batmak üzereyiz; “bu yapılanların sonuçları açıkça bu finale evrilecek, böyle giderse kaçımışız yok” da demiş oluyor.
Filmin hazırlık aşamasında keşfettiği Sancaklar Camii çekimleri dekor ve atmosfer olarak çok başarılı ama binalardan menfaatimize çalıp çırptıkça, ihalelere fesat karıştırıp düzgün binalar inşa edeceğimize, paraları başka mecralara akıttıkça bizi camiiler yedi uyurlar kurtaramayacak; bu günahın vebali nesil nesil devam edecek. Tıpkı Sine’nin doğrudan kabahati olmamasına rağmen, kendisinin şahit olduklarına karşın konuşmaması ve sonrasında yaşadığı suçluluk duygusu ile aslında geceler boyu uyuyamaması ve vicdan hesaplaşması ve bu hesaplaşmanın sonucunda yaptıkları gibi. Oyunculuklar noktasında ise Adana’dan ödülle dönen Gizem Erdem’in yanı sıra son Sine karakterine hayat veren Dilşad Bozyiğit’in de bir takdiri hak ettiğine inanıyorum. Sine’nin en tuttuğunu koparan versiyonu ondan geliyor zira. Ayrıca Derviş Zaim filmografisinin üçte birinde yer alan Mehmet Ali Nuroğlu’nun da öne çıkan bir performansa imza attığını ifade etmek gerek.
Velhasıl hemen hemen her Derviş Zaim filminde, karşılaştığınızda eğer o konuya dair merakınız yoksa açıp ansiklopedi karıştırmak isteyeceğiniz kendinizi tasavvufi olarak cahil hissettiğiniz okumalar karşımıza çıkar. Bu filmde de Yedi Uyurlar’a ve menkıbelere yabancıysanız meraklı bir seyirci olarak insanı tetikleyecek malzeme bol. Fakat Kıtmir o büyük İstanbul depreminde bize koruyucu ne kadar olur işte o yoruma fazlasıyla açık. Keyifli seyirler!
*Dipnot: Karakter geçişlerinden dolayı seyir esnasında film maksimum dikkat istiyor; bunu önemli bir not olarak vizyon seyircisine hatırlatalım.