Kendi çocuklarını yiyen darbeler...
Yazar: Başak BıçakAlman yazar George Büchner’in Danton’un Ölümü adlı kitabında, Fransız devrimciye atfettiği bir sözü vardır: “İhtilaller Satürn gibidir, kendi çocuklarını yer.” Devrim, modernleşme, ıslahat, ihtilal veyahut darbe… Maksadı, içeriği ve sonuçları her ne olursa olsun, devrimci kalkışmaların önce kendi evlatlarının başını yediği bugün devrim tarihiyle yakından uzaktan ilgilenen herkesin bildiği bir gerçek... Ankara Yazı - Veda Mektubu da, 1980 askeri darbesinin asıl müsebbipleri olmasalar da, radikal sol ve radikal sağın el ele (elbette dış dinamiklerin katkısıyla) darbeye meşru bir zemin hazırlamalarının en vahim sonuçlarından birini anlatıyor; ilk idamları…
Film, 12 Eylül öncesi sağ ve sol kanadın birbirlerini sokak ortasında öldürmekten, kahvehane taramaktan, okul basmaktan çekinmediği, hükümetin fiilen etkisiz kaldığı bir dönemde 1978 yılının 10 Ağustos günü daha çok solcu gençlerin uğradığı birkaç kahvehanenin taranmasıyla giriş yapıyor öyküsüne. Mustafa Pehlivanoğlu’nun ailesiyle birlikte bir iftar sofrasında olduğu sırada yaşanan olayın hemen ertesinde, ülkücü pek çok genç gibi Mustafa Pehlivanoğlu da gözaltına alınıyor. Sonrasında dönemin yüz karası işkence görüntüleri, Pehlivanoğlu’ndan alınan ifade ve alelacele gelen idam kararı…
İşte bu noktada filmin bazı aksaklıkları ortaya çıkıyor. Odağına Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamını ve ailesinin yaşadığı acı dolu anları alan film, tarihsel referanslarını yalnızca sağ kanatla sınırlı tutuyor ve Pehlivanoğlu’nun idam kararının “tek” görüşe verilmiş bir ceza olarak algılanmasına yol açıyor. Meselemiz masumiyet ya da suçluluk tartışması değil ancak durumun yansıtıldığından daha girift bir yapıya sahip olduğunu unutmamak gerek. Zira Pehlivanoğlu’ndan birkaç dakika önce idam edilen Necdet Adalı, sol görüşe mensup bir genç olduğu için askeri hükümetin mesajı aslında her iki cenaha da oluyor: “Sağdan da gitti, soldan da gitti…” Böylece radikal sol ve sağ fraksiyonlar büyük bir hatayla hazırladıkları darbe zemininin ilk bedelini, yönetim değişikliği sonrasında evlatlarıyla ödemiş oluyorlar…
TRT’nin, “TRT TV Filmleri” projesi kapsamında televizyon için hazırlanan 33 filmden biri olan Ankara Yazı – Veda Mektubu’nun bir sinema filmi olarak tasarlanmaması ve dramatik yapının iyi kurulması söz konusu derinlik yoksunluğunu görmezden gelmemize olanak tanıyabilir. Keza filmin diyalogları, ses ve görüntü yönetimi ile dublaj çalışmalarının televizyon dizisi formatında çekilmiş olması bunun bir göstergesi… Bu bağlamda filmden bir sinema estetiği beklememek daha doğru bir yaklaşım oluyor.
Tüm bunların dışında filmin en tutarlı yanının, oyuncu seçimi olduğunun da altını çizmek gerek. Mustafa Pehlivanoğlu’nun annesi ve babasını canlandıran Gürkan Uygun ve İpek Tuzcuoğlu ikilisi, rollerinin altından kalkmayı biliyorlar fakat asıl hakkı teslim edilmesi gereken Münir Can Cindoruk. Genç oyuncu, Mustafa rolüyle oldukça iyi bir performans sergileyerek, filmin eksiklerini kapatma görevini üstleniyor adeta.
Özetle Ankara Yazı – Veda Mektubu, Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamı gibi 80 darbesinin en önemli sonuçlarından birini anlatmaya çalışırken, tarihi referanslar ve olayları değerlendirme konusunda aksaklıklar yaşayan ancak bütününe baktığımızda bir televizyon filmi olarak amacına ulaşan bir yapım.
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com
https://twitter.com/BasakBicak