Senaryosu, Luiso Berdejo tarafından, “noir” romanlar yazarı Dolores Redondo’nun “Baztán Üçlemesi”nin aynı isimli ikinci kitabından (2017) uyarlanarak yazılan “Legado en los huesos / The Legacy Of The Bones”, Fernando González Molina’nın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Tarzımız gereği "spoiler" vermeden kabaca şöyle bir baktığımızda, “The Legacy Of The Bones” da:
“Peder Sarasola” (Imanol Arias), “Dr. Berasategui” (Álvaro Cervantes), “Yargıç Javier Markina” (Leonardo Sbaraglia) ve Amaia – James çiftinin küçük oğulları “Ibai” gibi hikâyeye sonradan katılan önemli karakterlerin dışında, serinin birinci filmindeki omurganın, (ölenler ve tutuklanarak hapse atılanlar ile kapsama alanı dışında kalanlarının) neredeyse tamamının korunduğu bir film olduğunu görüyoruz…
Bu da demek oluyor ki, hikâye kaldığı yerden aynı hızla devam ederken, bu kez işin içine filme adını veren geçmişin mirası “kemikler” aracılığı ile “din” ve “büyücülük” gibi asırlar boyunca herkesin ilgisini çekmiş olan konular da dâhil oluyor…
Zaten bir filmde (romanda), başka hangi nedenle, “Modern psikiyatri ve Freud gibi saçmalıklar insanları tanrıdan ve dinden uzaklaştırarak kötülüklerin önünü açtı” diyebilen bir din adamına yer verilsin ki…
Zira Peder Sarasola’ya göre, (hani filmde öyle ifade edilmiyorsa da aynen “exorcism / şeytan çıkartma” ayinlerinde olduğu gibi) şizofreni benzeri tehlikeli akıl hastalıkları da dini yöntemlerle tedavi edilebilecektir…
Yani (uzun açılımı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan) “İstanbul Sözleşmesi” kapsamındaki “kadın düşmanlığına” bu kez, yaşanan olayları “dini bakış açısı” ile değerlendirme hususu da ekleniyor…
“Peki, işin şu büyücülük faslı nedir?” diye soracak olursanız da…
Kusura bakmayın ama filmin hikâyesinin temelini oluşturduğu gibi ve Amaia’nın annesi Rosario’nun (Susi Sánchez) oldukça ürkütücü ögelere de sahip olan gizemli geçmişi hakkında ciddi bilgiler de içerdiği için bu konuya kesinlikle değinmeyeceğiz deriz…
Yardımcı olması açısından, burada ilave edebileceğimiz tek husus, Amaia ve Rosario’nun dışında, “amiyane tabirle” yukarıda isimlerini de verdiğimiz dört yeni karakterin de bulunduğu sürprizler içeren bölümlere fazlasıyla “dikkat kesilmeniz” biçiminde olacak…
Elbette Amaia’nın çok zor durumda kaldığı bir sahnede, serinin ilk filminin kahramanlarından “The Invisible Guardian / Görünmez Koruyucu” da, bizzat Amaia’nın yalvarır tarzdaki talebi üzerine, “gecenin ıslak karanlığında” ona yardımcı olmak amacıyla, yol gösteren “ıslığı” ile bir kez daha devreye giriveriyor…
Bitirmeden değineceğimiz son şey, yaklaşık 6,2 milyon dolarlık mütevazı bir bütçeyle çekilmiş olan filmin, özellikle de sel sahnelerindeki görsel efekt ve uygulamaların da yeterince iyi olduğunu belirtmek…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 27 Temmuz 2020 günü saat 01.55’de yazılarak paylaşılmıştır...