Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Sözcü
Yazar: Burak Göral
Yönetmen Gillespie'nin Tonya Harding'in inanması güç birkaç detayın da içinde olduğu bu gerçek hikayesini adeta biraz da şov yaparak, Martin Scorsese'nin "Sıkı Dostlar" (Goodfellas) ya da "Para Avcısı" (The Wolf of Wall Street) gibi zaman zaman belgesel sinemasına yaklaşan ve dönemin popüler müzikleriyle birbirine bağlanan hızlı sahnelerle anlatmayı tercih etmiş. Bazen aşırıya kaçtığını ve bazu sahnelere özel müzikli parantezler açtığını hissetsek de zararı yok, "Ben, Tonya" iyi bir film!
Eleştirinin tamamı için: Sözcü
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Bu gerçek öykü çok farklı biçimde anlatılmış. Modern, akıcı bir anlatım. Kıpır kıpır bir kurgu. Ve bir zamanlar dendiği gibi Brecht’çi bir sinema: Yani kahramanların yer yer klasik bir tempoyu kırarak kameraya konuşmaları. En başta, en kritik anlarda ‘bizzat’ bize dönüp küçük, ama yaşamsal itiraflarda bulunan Tonya olmak üzere.... Ve de bir rüya kadro. Başta yeni Avustralyalı yıldız Margot Robbins. Bugün 28 yaşında (1990 doğumlu), 2008’de başladığı mesleğinde özellikle 2013’lerden beri The Wolf of Wall Street- Para Avcısı, Focus, Tarzan Efsanesi, Suicide Squad- Gerçek Kötüler’le tanınan oyuncu, mesleğinde zirveye çıkıyor. Ve Oscar’ın sanırım en ciddi adayı. Ayrıca sanatçının elbette yönetmenin ve de kameranın başındaki Nicolas Karakatsanis’in de büyük katkılarıyla, dublörü gerçek kayakçıyla sanki bütünleşerek her şeyi bizzat yapar gözükmesi de bildiğimiz tüm filmleri aşan bir mucize sanki...
Eleştirinin tamamı için: T24
Aksam
Yazar: Derya Canan Süter
‘Ben, Tonya’nın beni en çok etkileyen yanı, senaryoda dikkatle oluşturulmuş duygusal altyapı ile empati yapması güç bir hikâye ve karakter karşısında filmin seyircinin gardını düşürerek empatiyi sempatiye çevirebilmesi. Hatta Harding, rakibi Nancy Kerragan’a yapılan saldırıya adı karıştığında bile ‘Ne tür bir insan arkadaşının diz kapağını parçalar’ dediğinde ironi mi yaptığını yoksa gerçekten kabahatsiz olduğunu mu söylemek istediğini anlayamıyoruz. Çoğu zaman en başarılı hikâyelerin içinde karakter dönüşümlerinin olduğu söylenir. Çünkü bir şeyler yaşarız, tecrübe ederiz ve bu tecrübeler bizi değiştirir ve istesek de istemesek de hikâyenin en başındaki kişi değilizdir artık. Bir filmi veya hikâyeyi zenginleştiren de budur aslında… Ne var ki ‘Ben, Tonya’, başkarakterin duygu dünyasının yıllar sonrasında bile değişmezken seyircinin hislerini ve algısını değiştirebilen bir film ve bu anlamda güçlü bir hikâye anlatımına ve senaryoya sahip.
Eleştirinin tamamı için: Aksam
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Tonya’nın inatçı başarı arayışının, olimpiyat altın madalyası tutkusunun nedeni, kuşkusuz çocukluğunda göremediği sevgiye, ilgiye bir milli sporcu olarak kavuşmak istemesi. Trajik olan nokta ise buz pateni dünyasının ve medyanın onu pek sevmemesi, hemşerileri dışında destek bulamaması; çünkü insanlar Tonya’da, aradıkları zarafeti, “buz pateni”- nin zihinlerde çağrıştırdığı sporcu imajını bulamıyorlar... Karşılarında patenli cici kız yerine, alt sınıftan gelen hırslı ve öfkeli bir genç kadın duruyor. Tonya, teknik olarak mükemmel olmayı başarsa da, imaj düşkünü hakemler ve kendisini sevmeyen federasyonu aşamıyor. Tarihe geçen o muhteşem üçlü Axel bile kurtaramıyor onu... Son darbeyi ise röportajlarda sakin, olgun adam imajı çizen dayakçı kocası (Sebastian Stan) ve kompleksli şapşal korumasından yiyor. Film, Tonya’yı mağdur gösterme kolaycılığına girmiyor, başarısızlığında kendi payı inkâr edilemez. Finaldeki boks ringi-buz pateni arasında gidip gelen o şahane paralel kurgu sahnesi, aslında bütün spor hayatını özetliyor.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Margot Robbie’nin Harding’i başarıyla canlandırdığı (sadece 15 yaş dönemi için fazla büyük olmuş!) filmde en dikkat çekici oyunculuk gösterisi sporcunun annesi LaVone’yi canlandıran Allison Janney’den geliyor. Oscar yarışında ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ kategorisinde en büyük favori olarak ‘Lady Bird’de ana karakterin annesi Marion rolündeki Laurie Metcalf gösteriliyor ama Janney bence çok çok daha iyi bir performans sergilemiş. Belleği sağlam seyircilerin, vakti zamanında ‘Nancy Kerrigan olayı’yla da hatırlayacakları Tonya Harding’in (‘Coen Kardeşler’ esintisi de taşıyan, özellikle de ‘Fargo’yu hatırlatan) öyküsü, hem içeriğiyle hem eğlendirici bir üsluba sahip anlatımıyla hem de çarpıcı yan karakterleriyle ilginizi çekecektir diye düşünüyorum. Bu arada filmin üç dalda Oscar’a aday olduğunu da hatırlatalım… Bir not da şöyle düşülebilir: Malum, ‘Spor filmleri’ sosyolojik bakışla önümüze çıktıklarında zihnimizdeki bıraktıkları izler daha derin oluyor. Bu açıdan ‘Ben, Tonya’, aslında dört yıl öncesinin etkileyici çalışması ‘Foxcatcher’ı da hatırlatıyor.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Sözcü
Yönetmen Gillespie'nin Tonya Harding'in inanması güç birkaç detayın da içinde olduğu bu gerçek hikayesini adeta biraz da şov yaparak, Martin Scorsese'nin "Sıkı Dostlar" (Goodfellas) ya da "Para Avcısı" (The Wolf of Wall Street) gibi zaman zaman belgesel sinemasına yaklaşan ve dönemin popüler müzikleriyle birbirine bağlanan hızlı sahnelerle anlatmayı tercih etmiş. Bazen aşırıya kaçtığını ve bazu sahnelere özel müzikli parantezler açtığını hissetsek de zararı yok, "Ben, Tonya" iyi bir film!
T24
Bu gerçek öykü çok farklı biçimde anlatılmış. Modern, akıcı bir anlatım. Kıpır kıpır bir kurgu. Ve bir zamanlar dendiği gibi Brecht’çi bir sinema: Yani kahramanların yer yer klasik bir tempoyu kırarak kameraya konuşmaları. En başta, en kritik anlarda ‘bizzat’ bize dönüp küçük, ama yaşamsal itiraflarda bulunan Tonya olmak üzere.... Ve de bir rüya kadro. Başta yeni Avustralyalı yıldız Margot Robbins. Bugün 28 yaşında (1990 doğumlu), 2008’de başladığı mesleğinde özellikle 2013’lerden beri The Wolf of Wall Street- Para Avcısı, Focus, Tarzan Efsanesi, Suicide Squad- Gerçek Kötüler’le tanınan oyuncu, mesleğinde zirveye çıkıyor. Ve Oscar’ın sanırım en ciddi adayı. Ayrıca sanatçının elbette yönetmenin ve de kameranın başındaki Nicolas Karakatsanis’in de büyük katkılarıyla, dublörü gerçek kayakçıyla sanki bütünleşerek her şeyi bizzat yapar gözükmesi de bildiğimiz tüm filmleri aşan bir mucize sanki...
Aksam
‘Ben, Tonya’nın beni en çok etkileyen yanı, senaryoda dikkatle oluşturulmuş duygusal altyapı ile empati yapması güç bir hikâye ve karakter karşısında filmin seyircinin gardını düşürerek empatiyi sempatiye çevirebilmesi. Hatta Harding, rakibi Nancy Kerragan’a yapılan saldırıya adı karıştığında bile ‘Ne tür bir insan arkadaşının diz kapağını parçalar’ dediğinde ironi mi yaptığını yoksa gerçekten kabahatsiz olduğunu mu söylemek istediğini anlayamıyoruz. Çoğu zaman en başarılı hikâyelerin içinde karakter dönüşümlerinin olduğu söylenir. Çünkü bir şeyler yaşarız, tecrübe ederiz ve bu tecrübeler bizi değiştirir ve istesek de istemesek de hikâyenin en başındaki kişi değilizdir artık. Bir filmi veya hikâyeyi zenginleştiren de budur aslında… Ne var ki ‘Ben, Tonya’, başkarakterin duygu dünyasının yıllar sonrasında bile değişmezken seyircinin hislerini ve algısını değiştirebilen bir film ve bu anlamda güçlü bir hikâye anlatımına ve senaryoya sahip.
Habertürk
Tonya’nın inatçı başarı arayışının, olimpiyat altın madalyası tutkusunun nedeni, kuşkusuz çocukluğunda göremediği sevgiye, ilgiye bir milli sporcu olarak kavuşmak istemesi. Trajik olan nokta ise buz pateni dünyasının ve medyanın onu pek sevmemesi, hemşerileri dışında destek bulamaması; çünkü insanlar Tonya’da, aradıkları zarafeti, “buz pateni”- nin zihinlerde çağrıştırdığı sporcu imajını bulamıyorlar... Karşılarında patenli cici kız yerine, alt sınıftan gelen hırslı ve öfkeli bir genç kadın duruyor. Tonya, teknik olarak mükemmel olmayı başarsa da, imaj düşkünü hakemler ve kendisini sevmeyen federasyonu aşamıyor. Tarihe geçen o muhteşem üçlü Axel bile kurtaramıyor onu... Son darbeyi ise röportajlarda sakin, olgun adam imajı çizen dayakçı kocası (Sebastian Stan) ve kompleksli şapşal korumasından yiyor. Film, Tonya’yı mağdur gösterme kolaycılığına girmiyor, başarısızlığında kendi payı inkâr edilemez. Finaldeki boks ringi-buz pateni arasında gidip gelen o şahane paralel kurgu sahnesi, aslında bütün spor hayatını özetliyor.
Hurriyet
Margot Robbie’nin Harding’i başarıyla canlandırdığı (sadece 15 yaş dönemi için fazla büyük olmuş!) filmde en dikkat çekici oyunculuk gösterisi sporcunun annesi LaVone’yi canlandıran Allison Janney’den geliyor. Oscar yarışında ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ kategorisinde en büyük favori olarak ‘Lady Bird’de ana karakterin annesi Marion rolündeki Laurie Metcalf gösteriliyor ama Janney bence çok çok daha iyi bir performans sergilemiş. Belleği sağlam seyircilerin, vakti zamanında ‘Nancy Kerrigan olayı’yla da hatırlayacakları Tonya Harding’in (‘Coen Kardeşler’ esintisi de taşıyan, özellikle de ‘Fargo’yu hatırlatan) öyküsü, hem içeriğiyle hem eğlendirici bir üsluba sahip anlatımıyla hem de çarpıcı yan karakterleriyle ilginizi çekecektir diye düşünüyorum. Bu arada filmin üç dalda Oscar’a aday olduğunu da hatırlatalım… Bir not da şöyle düşülebilir: Malum, ‘Spor filmleri’ sosyolojik bakışla önümüze çıktıklarında zihnimizdeki bıraktıkları izler daha derin oluyor. Bu açıdan ‘Ben, Tonya’, aslında dört yıl öncesinin etkileyici çalışması ‘Foxcatcher’ı da hatırlatıyor.