Hesabım
    Enkaz
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Enkaz

    İnsanın insana ettiği…

    Yazar: Alper Turgut

     Adı üzerinde işte, açık edecek, spoiler verecek bir durum da yok hani… Deprem değil, bina öldürür denen acı ve gerçek klişenin, beden bulmuş halidir enkaz, betondan, demirden, tuğladan, sıvadan, boyadan, yani alın teriyle ve bin bir emekle örülen yapıdan geriye kalandır. Aslında doğaya aykırı duranın, ona savaş açanın, yine ve yeniden doğaya karışmasıdır da, keşke sonucunda katliamlara rahmet okutan bilançolar olmasaydı.

    Deprem kuşağında yer alan bir coğrafyanın, zelzele tedirginliğinde yaşayan biz insanları, memleket denen, bir büyük bekleme odasında bekleşiyoruz işte, kâh ötelenmiş bir endişeyle, kâh tuhaf bir umarsızlıkla… Daha birkaç gün önce, Çanakkale’de, seriye bağlamış sallantılar arasında, yaşanan panik ortada… Deniz kumuyla yapılmış, dayanıksız binalar, hepsi insanın eseri, en nihayetinde… Doğup, büyüyüp, çoğaldığımız yaşam alanları, tehlikenin varlığını bilmemize rağmen, önlemler alınmıyor ve dev bir toplu mezara dönüşüyorsa şayet, kabul buyurun, bunun adı kader değil, cinayet olsa gerek. İnsanın insana ettiğini, tabiat ana etmez, edemez.

    Enkaz’ı yazıp yöneten Alpgiray M. Uğurlu, kısıtlı bir bütçe ve dar bir kadroyla, bizim büyük çaresizliğimizi anlatmayı denemiş. Akasya Asıltürkmen ve Berke Üzrek de, salt oyuncu performanslarıyla, izlenebilme hali mümkün olan filmde, ellerinden geleni yapmışlar. Ağır yük ise, haliyle Akasya’ya kalmış ve bence bu zorlu rolü, hakkını vererek sırtlayabilmiş. Elbette bilmediğimiz bir şey değil, hepimizin kâbusu bu, ancak korkunun ecele faydası yok deyip, unutmayı tercih ediyoruz, farkındalık yaratmak adına, bu ve bunun gibi projelerin önemli olduğunu düşünüyorum. Belayı ertelemek yerine, çözüm üretmek, aslında başkaca bir yol da yok.

    Korkulan olur ve büyük bir depremle sarsılan İstanbul, yıkıntılar altında kalır. Yıkımın ardından, betonlar arasında sıkışan Nisa, kendi çabasıyla kurtulmayı çabalar. Diğer kahramanımız Barış ise doğaya verir kendini, video günlükleriyle, ağır travmasını aşmaya debelenir. 2010 tarihli Toprak Altında (Buried) filmini hatırlarsınız, bizim öykü de benzer zorluk ve güçlük içerisine çekiyor kahramanımızı… Haliyle izlemesi de, hazmetmesi de pek kolay değil! Bir hafta boyunca, sıkıştığı bir buçuk metrekarelik alanda, hayata tutunmaya çabalayan bir kadının, umut ile umutsuzluk arasında mekik dokuyan anlarının yansıması, aynı şekilde, birçok insanın yakınlarını yitirdiği bir ülkede, önerilecek şey de değil!

    Büyük Marmara Depremi’nin ardından, saatler sonra gazeteci olarak Avcılar’daydım, enkazın altındakilerin feryat ve iniltileriyle, dışarıda kalanların ağıtları, resmen karışıyordu birbirine… Toz bulutu bile tam olarak inmemişti yere… Depremin merkez üssünü de, büyüklüğünü de, yarattığı yıkımı da bilmiyorduk henüz. Sonrasında İzmit, Yalova, Adapazarı, Gölcük ve Değirmendere’de haftalarca tanıklığım ettiğim bu en acıklı hikâyemizde, kıl payı kurtulanların, enkazdan sağ çıkartıların, aslında ne derin yaralar aldığını, ruhlarının, göçük altında kaldığını fark etmem uzun sürmemişti. Hani bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır denir ya, mevzu aslında tastamam böyle. Kapanmaz yaraları olanların değil, yakıcı meselenin hala farkında olmayanlar seyretsin derim.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top