Demirkubuz, insan varlığının karmaşasını incelemeyi sürdürüyor...
Yazar: Ali Ulvi UyanıkJapon ailesini ve toplumsal değişimini didikleyen usta Yasujirô Ozu (1903–1963), 1948 yapımı "Kaze no naka no mendori"de, 2. Dünya Savaşı'na katılan adamı, eve döndüğünde katı bir gerçekle karşı karşıya bırakır: Karısı, hasta çocuklarının hastane faturalarını karşılamak için fahişelik yapmak zorunda kalmıştır!
Zeki Demirkubuz, yapılan seçimler ve sonuçlarının karmaşıklığı söz konusu olduğunda, gerçekçiliğinden taviz vermeyen sanatçılarımızdan biri... "Kor" için, Ozu'nun bu filminden esinlenmiş. İncelediği, iyi bildiği alt-orta sınıf ile ait oldukları çevreler... Genel olarak da, ürettiği / yaşadığı sürece keşfetmeye devam edecek olduğu, insan denilen varlığın problematik doğası ve çözümlenmesi imkansız yapısı.
Demirkubuz'un kurduğu hikayenin çizgisi, oldukça tanıdık ve sürprizsiz. Tam da bu nedenle, karakterlerinin sofistike özelliklerini daha iyi vurguluyor: Cemal (Caner Cindoruk) başını derde soktuğu Romanya'dan eve döndüğünde, karısı Emine'nin (Aslıhan Gürbüz) 'bıraktığı gibi' kalmadığı kuşkusuna saplanıyor... Küçük oğullarının ciddi rahatsızlığının pahalı tedavisini Ziya'nın (Taner Birsel) yaptırdığını öğrendiğinde, beynini kemiren şeytanlarıyla baş etmekte zorlanmaya başlıyor. Kimdir Ziya? Cemal ile Emine'nin eskiden birlikte çalıştıkları tekstil atölyesinin patronu!
"Kor"un, seyirciye empati yapması için sunduğu bu üç karakter rahatsız olmanız ve huzursuz hissetmeniz için zekice kurgulanmış. Üç karakter de, oldukça karanlık, işkilli ve ikiyüzlü sosyal yapımızı mükemmel yansıtıyor. Mutsuzluklarının kökeninde, 'kapalı', mahcup fakat gerektiğinde çok acımasız olabilen, özellikle bu coğrafyaya özgü kodlamalar yatıyor. Film boyunca kafalarımız, karakterlerin, "peki, o halde neden..." ile başlayan sorulara verecek yanıtları olup olmadığına çengelleniyor. Cemal'den şiddetine uğrayan Emine, henüz küçük bir işçi kızken tokadını yediği bu adamla 'bile bile' neden evlenmiştir? Kendi işini batırdıktan sonra gururundan taviz vermeyip Ziya ile tekrar çalışmayan Cemal, karısını ve oğlunu kurtlar sofrasına terk ettiğini 'bile bile' neden yurt dışına gitmiştir? Ziya, iyiliği karşılıksız yaptığını ısrarla söylediği halde, ona "abi" diyen Emine'ye duyduğu arzulara 'bile bile' neden gem vuramamıştır?
Acaba, karakterler gerçekten de "bile bile" mi kararlarını vermişlerdir? Yoksa, yanıt çok basit midir: Bizleri öncelikle iç dünyamız içindeki kaos mahveder!
Demirkubuz, çelişkileri, kıskançlığı, ahlak yozluğunu, iletişimsizliği, 'körlüğü', evlilik kurumu içindeki 'uzaklığı', fırça darbeleriyle hikayesine işlerken, seyircinin kendini sorgulamasını sağladığı ve onları karakterlerle 'boğuşturduğu' için amacına büyük oranda ulaşıyor (Emine'nin cam kullanılarak oluşturulmuş özel 'şeytani' görüntüsü başta olmak üzere, cinsiyetçi olduğu yönünde eleştirileri haklı çıkaran bazı ayrıntılara dikkat etmekte yarar var).
Ancak, filmin büyük bir engele takıldığını düşünüyorum... Bilirsiniz bazen saatler uzunluğundaki bir film bir solukta seyredilmiş hissi verir ya da tam tersi... "Kor", iki anlamda da uzun bir film: Hem ölçülebilir (145 dakika), hem de hissettirdiği zaman, bu filmin dezavantajı. Demirkubuz gibi filmsel zamanı ustalıkla kullanan bir yönetmenin, seyircinin sıkılmayacağı bir kurguya , en azından DVD sürümlerinde başvuracağını umut ediyorum. Yoksa, "Kor"u seyrederken şu anekdotun akla gelmesi, hiç sağlıklı değil: Otto Preminger'in İsrail'in kuruluş hikayesini anlattığı "Exodus" (1960) adlı, üç saat yirmi sekiz dakika uzunluğundaki filminin galalarından birinde, ünlü komedyen Mort Sahl, gösterim devam ederken dayanamayarak ayağa kalkar ve seyircilerin de çoğunun onaylayacağı şekilde der ki: "Otto, halkımı bırak artık, gitsinler!"