Farhadi’nin ‘ortasında’ buluşmak…
Yazar: Banu Bozdemirİran sinemasına modern anlamlar kazandıran, bunu yaparken de aynı zamanda modernlik üzerinden toplum eleştirisi yapan Asghar Farhadi son filmi Satıcı'da Arthur Miller'ın 1949’da yazdığı tiyatro oyunu Satıcının Ölümü'nden esinlenmiş. Filmin içinde sahnelenen oyunla benzer tonda giden filmde kadın ve erkeğin toplumsal rolleri ve o rollere yükledikleri büyük anlamlar daha çok erkek bakış açısıyla sorgulanıyor. Tabii bir yandan modernliğin karşısına konulan çıkarımın da sorunlu olduğuna vurgu yapıyor Farhadi. Özüne baktığımızda Farhadi toplumsal eksenli kadın ve erkek rollerini, onların sahiplenilip nasıl olur olmaz zamanlarda öne çıkarıldıklarını sorguluyor. Bunu yaparken seyirciye de bol bol sorgulama ve değişken taraf olma anları yaratıyor.
Cannes Film Festivali'nde en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazanan film aynı zamanda Oscar'a Yabancı Dilde En İyi Film adayı oldu. Senaryosu başarılı ve akıcı olan film oyundan gerçek hayata sıçramalarla öyküsünü bir hayli çetrefilli hale getiriyor. Evli olan Emad ve Rana hasarlı apartman dairelerinden başka bir daireye geçiş yaparlar. Dairede daha önce yaşayan kadının hayatındaki ilişki ailenin düzenli hayatına etki yapınca iki tarafında bastırılmış duyguları ön plana çıkar. Rana yaşadığı olayın şokunu atlatamazken kocası karısının karşı karşıya kaldığı durumun cezasını kendisi kesmeye karar verir. Rana'nın başına gelen olayın detayları seyirci düzleminde kafa karıştırıcı bir şekilde yol alırken, kocasının bu ahlaki deformasyonun izlerini kendi yöntemleriyle çözmeye çalışması da aynı şekilde zorlayıcı oluyor. Tabii Farhadi burada çiftin sosyal konumuna da vurgu yapıyor. Modern, tiyatroyla uğraşan çiftin, özellikle de erkeğin ahlaki akıl oyunlarına yaslanıyor. Burada olayın mağduru olan kadının sessizce bunu atlatmaya çalışması ve kocasının onun adına bu karmaşık ve zorlu sürece uzanması kadının aile içi ve dışı konumu açısından da bir sorgu yaratır nitelikte. Her durumda kadın erkeğin namusu oluyor ve kendi durumu kontrol etmek de zorlanıyor.
Gençliğinde tiyatro yapan Farhadi’ye göre Miller'in oyununun en cazip yanının hızlı dönüşüm ve ani modernleşme eğiliminin ara kuşakları yok ettiği ve bu hızlı dönüşümün altında aslında nasıl bir öz yattığı. İran'ın da hızlı ve ani dönüşümlere açık bir ülke olduğunu iddia ediyor. Bu dönüşümlerin altında kalan bireyin, kendi içindeki bastırılmış ve klasik kalmış özbenliğinin sinsice ortaya çıkmaya zemin aradığının altını çiziyor ve yakıştırma bir modernliğin bir anda nasıl tuz buz olduğuna değiniyor. Aslında her ülkeye uyarlanabilecek bir durum bu. Çok katlı binalarda yaşamanın, yer sofrasından masaya geçmenin görüntüsünde kalan insanın değişmeyen, aynı kalan ve hatta bazen bu bastırılmışlık duygusuyla daha da vahşice ortaya çıkan duygularına gayet gerçekçi ve rahatsız edici bakıyor Farhadi. Fransa'da geçen Geçmiş filminin izini tersinden süren yönetmen bu kez kadını edilgenliğin içine çekmiş. Oysa Geçmiş kadının karar mekanizmasından daha fazla destek alan bir filmdi. Bu filmi İran'da çekmesi kendi toplumundaki ikiyüzlü modernleşmeye derin bir eleştiri gibi duruyor her ne kadar oyunun özü Amerika'da geçse de...
Farhadi her şeyden önce iyi bir gözlemci ve yazar. Kadın erkek ilişkilerindeki farklılaşan tepkilerin izini sürmeyi seviyor ve bunu gayet akıcı bir şekilde yapıyor. Senaryoda herhangi kafa karıştırıcı bir açıklık oluşmuyor ama buna rağmen hikayelerin özü herkes için farklı çıkarsamalar yapmaya müsait hale geliyor. Örneğin Emad'ın gittikçe şiddete bağlayan tavrı karşısında bizde duygudan duyguya geçiş yaptık. Hak verilen ve aşırı bulunan davranışların izinde karşı tarafın aczini sorgulatıyor ve onu çevreleyen aile halkının olayın karmaşasında yitip giden halini. Rana'nın yaşadıkları karşısında dibe vuran ruh hali, kocasının kendisi adına aradığı adaletle düzelmiyor aksine daha büyük bir suçluluk duygusu olarak üzerine çöküyor. Her halükarda kadın dünyası zarar görüyor ve faturası kadına biçilmiş oluyor. Emad'a ise farklı, bir parça da suçlu bir tatmin duygusu hasıl oluyor. Karşı taraf ise toplumun ikiyüzlülüğünün başka bir hali olarak toplumun damarlarında dolaşmaya devam ediyor.
Satıcı oturmamış modernliğin ölümü ya da sakat kalması olarak da yorumlanabilir. Çünkü altında can cekişen bir adalet duygusu bulunuyor ve insanın bastırılmış hücreleri arasından şaha kalkmayı başarıyor. Farhadi yine bizi ortada buluşturmayı başarıyor.