Delifişek Autobot'un solo kariyer denemesi
Yazar: Fatih YürürBugün her ne kadar adını şuh küfürler ile anıyor olsak da; ruhunu sinemanın pisuvarına teslim etmiş ve uzun zaman önce de sifonu çekmiş olan Michael Bay’in, kendisinin kemikli ellerine teslim edilen Transformers serisinin ardından, popüler sinema arenasında kazandığı manevra kabiliyetini görmezden gelebilmemiz mümkün değil! Bizler için “çocukluğumuzu mahfeden adam” klişesinin ete kemiğe bürünmüş hali olması da uzun süre önce kabak tadı verdi ve Bay’i günahlarıyla sevebilmeyi de öğrendik!
Transformers serisi ile kopartılan kozmik ötesi gürültüye rağmen hızını alamayan yapımcılar, önce seriyi yeni karakterler ile tasarlanan yeni bir üçleme ile taçlandırma kararı aldı. İzleyici üzerinde geçici bir retina işkencesi seansına dönüşen ve her yeni adımda, ortak noktada buluşacak potansiyeldeki izleyicisini yitiren serinin bir nevi multiverse goygoyuna dönüşeceği garantiydi. Nihayetinde geçtiğimiz yıllarda, ekibin en sevimli karakteri olan Bumblebee’nin kendi özgün macerasına kavuşacağının haberleri geldi. Bu haber, yapımcıların beyazperdeye daha fazla autobot fırlatacakları yeni bir sürecin de başlangıcı oldu elbette.
Peşin peşin söylemek gerekir ki Bumblebee’nin sürpriz bozan herhangi bir yanı yok! Bu hem iyi hem de kötü haber! İyi haber şu ki; ilk filmde hiç değilse ergenliğin dumanlı dağlarında gezinen Sam Witwicky’nin “kendini arayış” klişesi üzerinden karakterlere biraz da olsa yaklaşmayı başaran fakat sonrasında tüm kahramanlarını koca bir enkazın altında bırakan serinin; her şeyi sıfırlaması kulağa pek de sevimsiz gelmiyor hani!
Zaten onuncu yılını devirmiş bir serinin, daha siteril bir şekilde kendisini tazelemesi bunu da akıllıca bir spin-off ile yapması aslında doğru bir hareket. Nitekim hem serinin nefes alması hem de yeni nesil izleyiciye daha güncel bir şekilde sunulması lazım. Yapımcılar da bu konuda en uygun kare asın Bumblebee olduğuna karar vermişler.
Film, pek çok açıdan bari bir E.T. etkilenimine sahip. Biliyorum, aynı formül aşağı yukarı ilk Transformers filmi için de geçerliydi ama burada en azından karmaşan uzak bir yapı söz konusu. Tam da bu sebeple, Chalie ile Bumblebee’nin yakınlaşması ister istemez bizlere daha samimi geliyor. Tabi bunun bir nevi orijin öyküsü olduğu da hesaba katılırsa, Bumblebee’nin adaptasyon sürecinin biraz daha davetkar hale geldiğini söylemek için kahin olmaya gerek yok! Bir türlü ısınamadığım Hailee Steinfeld’in belki de en içten performanslarından birine imza atması da büyük bir artı. Hatta Bumblebee’yi yeterince tanıdığını düşünenler için bile birkaç şık hareket mevcut filmde.
Tabi bütün bu dinginliğin ve baş ağrısı düşmanlığının, Kubo and the Two Strings gibisinden kallavi bir animasyona imza atmış Travis Knight’a da pek çok şey borçlu olmasına müteşekkiriz. Knight, yapımcıların çiğneyip tükürmedikleri bir vitrin yönetmeni olmanın çok çok ötesine geçerek, öyküyü maneviyatı yüksek bir 80’ler nostaljisi haline getirmeyi başarmış. Tabi öte yandan “80’ler referansının satan bir yönelimin kapısını açması adına” kabak tadı verdiğini söyleyenlerdenseniz şayet durum başka!
Peki bir Transformers spin-off’u gerçekten de bu kadar günahsız olabilir mi? Elbette hayır! Her ne kadar öncülü olan ağabeylerine oranla hazmı daha kolay bir film olsa da, Bumblebee’nin solo performansı yine her zamanki gibi fazlasıyla bir formül filmi! Elbette yapımcıların riske girip de radikal bir içerik yeniliğine kolları sıvayacaklarını düşünemezdik ama film, Transformers serisinin üzerine bir çakıl taşı bile koymuyor. Tersine, zamanla gereksiz aksiyon kalorisi alarak semiren seriyi diyete sokmak suretiyle, ilk günkü haline geri döndürüyor. Evet nihayetinde Transformers’ın animasyon serisine dair nostalji yaşama derdindeki izleyiciyi de ensesinden yakalıyor yakalamasına fakat bu filmin üstün niteliklerinin değil de; blockbuster kategorisindeki diğer rakiplerinin gereğinden fazla “kötü” olmasından kaynaklanıyor biraz da. Yani dürüst olmak gerekirse Bumblebee’nin tek başarısı, “standart ve eğlenceli olması beklenen bir blockbusterın nihai formülünü” hatırlatıyor olması sadece.
Bunun dışında kalan kısım zaten kronolojiden sapmayacak bir biçimde katı! Ergenliğe yeni adım atmış bir kız ve bir uzaylı buluşur, dost olur, düşman kazanır, düşmanlar yetmezmiş gibi yine işin için ordu falan girer, ikili zorlu bir sınava girer ve kötüleri tepelerler! Basit! Ama kabul etmek gerekir ki hala işler bir fikir!
Bu fikrin gişede tutacağı da muhtemel. Hatta yapımcılar, Autobot’ların ağa babası olan Optimus Prime’ın odakta yer alacağı daha hararetli bir spin-off için pre prodüksiyon sürecini başlattıklarını resmen açıkladılar bile! Bu sayede Transformers serisi de multiverse iddiasında Marvel, DC ya da Star Wars gibi devlerin yanında yer alacak orası kesin! Fakat her Autobot, Bumblebee gibi sahnede başarılı bir dans sergileyebilir mi? Bunu da zaman gösterecek!