Kutsal Geyiğin Ölümü, hikayesine olabilecek en gerici şekilde başlıyor. Gerçek bir kalbin paramparça olduğunu gördüğümüz bu açılış sahnesi, filmde yaşanacak şeyler için bir uyarı niteliğinde aslında. Lanthimos'un diğer filmlerinde olduğu gibi bu hikayenin de "kalpsiz" ve dolaysız olacağını anlıyoruz.
Kutsal Geyiğin Ölümü, adını eski bir Yunan miti olan Iphigenia'dan almış. Iphigenia'nın hikayesi, Kral Agamemnon'un Artemis için bir kutsal geyiği öldürmesiyle başlıyor. Buna fırtınalar çıkararak karşılık veren Artemis, Agamemnon'un yaptığını düzeltmesi için kızı Iphigenia'yı kurban etmesini ister. Aslında bu hikayenin birden fazla sonu var, mitin farklı bir versiyonunda kral kızını kurban ediyor, başka bir versiyonda ise kız kendisini babasına teslim ediyor, diğerinde ise kız birdenbire ortadan kayboluyor (ilginçtir ki bu kısımların neredeyse hepsi filmin içerisinde mevcut). Bu filmde ise kalp cerrahı olan Steven, Kral Agamemnon iken, babasını Steven'ın sarhoşken yaptığı bir kalp ameliyatında kaybeden Martin ise Artemis'in yerine geçiyor. Ve Martin, Steven'a bunun bedeli olarak ailesinden birisini öldürmesi gerektiğini, yoksa sırasıyla eşi ve çocuklarının bacaklarının felç olacağını, yemek yiyemeyeceklerini, gözlerinden kan geleceğini ve en sonunda hepsinin öleceğini söylüyor. Hatta bir sahnede Martin, önce Steven'ın, sonra kendi kolunu ısırıp "Bu bir metafor" diyor. Ve bütün bu sürecin uzamasının tek nedeni ise, Steven'ın kararsızlığından kaynaklanıyor. Film boyunca Martin, bir tanrı gibi açık ve net kararlar verirken, Steven ise ailesinden kimi öldüreceğini, nasıl öldüreceğini ve Martin'i bundan nasıl vazgeçireceğini düşünürken bile kararsız kalıyor.
Bütün bunlar da Steven'ın kibirinden kaynaklanıyor. Filmin en başında gördüğümüz Steven, gerek kalp cerrahı gibi harika bir işe, büyük bir eve ve mükemmel bir aileye sahip olan, ameliyat sırasında birisi öldüğünde "Bir anestezit hastayı öldürebilir ama bir cerrah asla öldürmez." deyip başına hiçbir sorun almayan, kısacası kendi dünyasında tanrıyı oynayan birisi. Martin ise gerçek bir tanrı figürü gibi Steven'ın hayatına giriyor. Fakat Steven, Martin'le olan ilişkisini kimseye söyleyemiyor, hatta Martin'i ailesiyle tanıştırmadığı halde meslektaşına "kızımın yakın arkadaşı" diyerek tanıtıyor. Hatta ikilinin birlikte oldukları ilk sahneden bile Martin ve Steven arasında garip bir ilişkinin olduğunu görebiliyorsunuz. Aralarındaki ruhsuz ve monoton konuşma şeklinden bu rahatça anlaşılıyor.
Bundan sonra ise Martin'in Steven'ın ailesiyle tanışmasını ve kısa bir sürede onun kızı Kim ile kaynaşmasını görüyoruz. Martin ve Kim'in birlikte yaptığı yürüyüş ve Kim'in söylediği "Burn" şarkısından sonra -ki şarkının sözleri hikayenin kendisiyle son derecede bağlantılı-, Kim'in akşam eve garip bir şekilde geldiğini görüyoruz. Sanki Martin ona planını anlatmış ve ona ayrıcalık yapacağını söylemiş gibi.
Ve işler buradan sapa sarmaya başlıyor. Ertesi sabah Steven'ın diğer çocuğu Bob, bacaklarını hissedemediği için yataktan kalkamıyor. Daha sonra aynı şeyler Kim'e yaşanıyor. Ve Steven, bunları ilaçlar ve ameliyatlar ile düzeltmeye çalışıyor. Ama doktorlar sorun olmadığını söylediği halde bu sorunlar büyümeye devam ediyor. Bir süre sonra Martin, Steven'a yaşanacakları söylediğinde ise Steven, bunları anlamayıp her şeyi normal bir şekilde sürdürmeye çalışıyor. Filmin ilerleyen zamanlarında ise Steven'ın Martin'e işkence ederek bunu durdurmaya çalışmasını ve Kim'in bile Martin'e kendisini düzeltmesi için yalvarmasını ama hiçbirinin işe yaramadığını görüyoruz.
Yorgos Lanthimos, filmin başından itibaren ailenin bireylerini bencil ve sorunlu bir şekilde gösteriyor. Martin'in tehditleri üzerine Steven'ın eşi Anna'nın "Bence çocuklardan birisini öldürelim, sonra yenisini yaparız." demesi veya çocukların yan odada öldüğü sırada Steven'ın eşiyle tatil planları yapmasında bu rahatlıkla görülüyor. Fakat işler bir süreden sonra o kadar çığırından çıkıyor ki, bütün film boyunca donuk bir şekilde, duygu belirtisi göstermeyen Steven'ı ağlarken görüyoruz. Bundan sonra Steven, tanrı rolünden vazgeçip kontrolü Martin'e devretmek zorunda kalıyor. Ve filmin en başından beri Steven'ı dev bir şekilde gösteren yüksek ölçekli kamera açıları -filmin posterinde de bunun abartılı bir versiyonu görülüyor- giderek büyüyor ve Steven kadrajda iyice küçülmeye başlıyor. Ve çarpıklaşan kamera hareketleri ile Martin'in merkeze geldiğini ve kontrolü ele geçirdiğini görüyoruz.
Fakat bütün bunlara rağmen Steven'ın kararsızlığı hiç değişmiyor. Filmin sonunda ailesinden birisini öldürmek zorunda kaldığı için herkesi bağlayıp kendi gözlerini kapatarak elindeki silaha denk gelen kişiyi öldürmeye çalışıyor. Bunun sonucunda Bob ölüyor ve filmin en sonunda aileyi, Martin'in en sevdiği lokantada otururken ve Kim'in ise Martin'in en sevdiği yemek olan, patates kızartmasını yerken görüyoruz.
Bütün filmleri için distopik, absürt dünyalar inşa edip, burada yaşanan ölümlerin hesaplanıp telafi edilebileceğini kara komedi şeklinde inceleyen Lanthimos, Kutsal Geyiğin Ölümü için normal bir dünyayı cehenneme dönüştürerek bir komedi filminden ziyade içerisinde ufak kara komedi elementleri bulunan, alışılmışın dışında bir korku filmi yapmayı tercih etmiş. Ve sırf bu konuda bile kendisini aşmayı başarmış.
Kutsal Geyiğin Ölümü hakkında en çok sevdiğim şey muhtemelen senaryosuydu. Böyle garip senaryoya sahip olup içerisinde bambaşka bir hikaye anlatan bu yıl çıkan bir diğer film ise, Darren Aronofsky'nin mother!'ıydı. Ama bu film ile mother! arasındaki fark ise şu; mother!'ın bir İncil alegorisi olduğu en başından belli zaten. Eğer o filmi izlerken bunu bilirseniz, aklınızda hiçbir soru işareti kalmayacak. Kutsal Geyiğin Ölümü ise, Iphigenia hikayesinin güncellenmiş bir versiyonu olmasına rağmen içerisinde asla cevabını bilemeyeceğim sorulara ve orijinal hikayenin çok dışında olan detaylara sahip.
Genel itibariyle filmin içeriğinin ne olduğunu kavramış olsam da hala şu soruların cevabını bir türlü bilmiyorum: "Neden çocukları felç geçirdiği halde Steven'ın eşi Anna'ya hiçbir şey olmadı?", "Martin bütün bunları nasıl yaptı?", "Martin'in annesinin hikayedeki yeri tam olarak neydi?", "Kim, Martin'e nasıl birdenbire aşık oldu?", "Limonata, mp3 çalar gibi sürekli tekrarlanan şeyler, karakterleri tam olarak nasıl etkiliyor?" vb... Bu soruların birkaçının cevabı muhtemelen kaçırmış olduğum ufak detaylarda gizli olsa da, bazıları ise hiç cevaplanmaması gereken sorular aslında. Ve bir filmin göründüğünden çok fazlası olup insanı düşündürmeye itmesi, filmi izlemenize rağmen hala cevabını bilmediğiniz soruların olması ve her türlü tartışmaya açık olması, Kutsal Geyiğin Ölümü'nü harika yapan şeylerden birisi. Bir daha izlemek istemediğim halde üzerinde uzun süre düşünüp bütün detayları araştırmak istediğim filmlerden birisi.
Kutsal Geyiğin Ölümü, herkese göre bir film değil. Çoğu kişinin sinemadan kafası karışık bir şekilde ayrılacağı veya hikayenin içerisine bir türlü giremeyeceği filmlerden birisi. Ben ise hikayeyi büyüleyici buldum ve sırf görünenden çok fazla katmanı olup insanı düşündürmeye itmesini takdir ettim. Colin Farrell ve Barry Keoghan başta olmak üzere herkes harika oyunculuklar sergilemiş ve diğer filmlerine bir türlü ısınamadığım Yorgos Lanthimos, bu filmiyle kendisini aşmış. Filmi kusursuz bulmayıp kendimi bir daha izlerken göremesem de, bir süre boyunca etkisinde kalacağım filmlerden birisi. Daha önceden hiç benzerini görmediğiniz bir film veya mother!, The Shining gibi korku filmlerini seviyorsanız, bu filme bir şans vermelisiniz. Filmi iyi bulup bulmayacağınız size kalmış ama bittikten sonra üzerinde uzun süre boyunca düşüneceğiniz kesin.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Colin Farrell ve Barry Keoghan'ın kusursuz performansları.
+ Katmanlarla dolu, her türlü tartışmaya açık olan senaryo.
+ Yorgos Lanthimos'un detaylarla dolu yönetmenliği.
+ Thimios Bakatakis'in görüntü yönetmenliği ve filmdeki sesler.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Yeniden izlemenin zor olduğu filmlerden birisi.
- Zaman zaman hikayenin gidişatını değiştirmesi ve filmi takip etmenin zorlaşması.
TOPLAM PUAN: 8.4/10