En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
mustafa k.
Takipçi
13 değerlendirmeler
Takip Et!
0,5
11 Şubat 2018 tarihinde eklendi
O kadar gereksiz bir zaman kaybı ki anlatamam bir filmde 150 kere “fuck” denir mi? Herşeyin üzerine kurulu olduğu olay başroldeki hanımefendinin kızının tecavüze uğrayıp yakılarak öldürülmesi olmasına rağmen bu olay filmde yok film olaydan sonra başlıyor nasıl bedavaya film çekeriz diye çok uğraşılmış Kasabanın polis şefinin kanser olup ölmesi filme ne kattı anlamadım?? Kafadan kırık bir polis bir cüce kafayı yemiş yaşlı teyze ve kendini tekrarlayan olaylar. Gelelim başroldeki teyzenin oscara aday gösterilmesi bizim ayla filminin aday gösterilmesinden daha saçma artık kesin kanaat getirdim ki bu ödülü dağıtanlar Canları kimi isterse yada yandaşları kimse ödülü onlara veriyorlar güzel ülkemde de aynı şeyler oluyor beş para etmez filmler pohpohlanarak zirveye çıkarılıyor üstelik sinema tv gibi değil tv de bir diziyi beğenmezsen 1 kere izlersin bir daha izlemezsin Reyting almaz dizi yayından kalkar ama sinema öyle değil pohpohlamalara kanıp iyidir deyip gidiyorsun film gişe yapmış oluyor artık bu sinema işinden iyice midem bulandı artık gitmeyeceğim yazık yahu parayı yolda bulmuyoruz!
"Son derece özgün senaryosunu" da yazan Martin McDonagh'ın yönetmen koltuğunda oturduğu "Three Billboards Outside Ebbing, Missouri", her bir saniyesini ilgiyle izleyeceğiniz bir "dark comedy / kara mizah" olarak çıkıyor karşımıza...
Gelin hiç uzatmadan hikayesi aracılığı ile filmimize daha yakından bakarken, başta nefes kesen performansları ile Frances McDormand ve Sam Rockwell olmak üzere kadrodaki oyuncular nedeniyle bir tür yıldızlar geçidine dönüşen ana karakterleri de birer birer tanımış olalım...
Yedi ay önce tecavüz edilerek öldürülen Angela Hayes'in (Kathryn Newton) annesi Mildred (Frances McDormand), aracı ile gitmekteyken Drinkwater Yolu üzerinde yer alan Missouri'deki "kurgusal" kasaba ile aynı ismi taşışan Ebbing Şirketine ait "üç reklam panosunun" önünde durur...
Ve derken soluğu, kasabanın polis karakolu ile karşı karşıya bulunan panoları kiralayacağı Ebbing'in merkezindeki, göz ucu ile karşısındaki sekreter Pamela'yı (Kerry Condon) kesmekte olan Red Welby'nin (Caleb Landry Jones) odasında alır...
Birinde, "Nasıl olur, Şef Willoughby?" yazan bu panoları ilk gören, "ırkçı" polis memuru Jason Dixon (Sam Rockwell) olur...
Diğer ikisinde de "Ve halen kimse tutuklanmadı mı?" ile "Ölürken Tecavüze Uğradı" yazmaktadır...
Söylenmek isteneni daha iyi anlayabilmek adına siz bunları, sondan başlayarak okuyun lütfen...
Bunu "acil bir durum" olarak algılayan Dixon derhal telefonuna sarılarak, karısı Anne (Abbie Cornish) ve küçük kızları Polly (Riya May Atwood) ve Jane (Selah Atwood) ile Paskalya yemeğindeki şefi William "Bill" Willoughby'a (Woody Harrelson) bildirir...
E tabii Çavuş Cedric Connolly (Zeljko Ivanek) ile Willoughby ertesi sabah, Red Welby'nin başına ekşiyi verirler...
Ama ortada yasal bir sorun olmadığı için Welby onları iplemez bile...
Birde Mildred, TV'ye çıkıp Willoughby'ın şahsında yerel polise yüklenmesin mi...
Çadır iyice karışır...
Bunu savaş ilanına benzeten Willoughby, Mildred'in ziyaretine gider...
Akşam olunca da Dixon, öfkelenerek sokakta üzerine yürüdüğü ve şu an James (Peter Dinklage) ile bilardo oynamakta olan Welby'nin yanına...
Aynı barda birasını yudumladıktan sonra evine dönen Mildred'ı, salonda oğlu Robbie (Lucas Hedges) ile sohbet eden Peder Montgomery (Nick Searcy) beklemektedir...
Beklemektedir beklemesine de...
Panolardaki reklamları kaldırmasını istediği Mildred'ın ağzından çıkanları duyduğunda, geldiğine bin pişman olacaktır...
Mildred'in haklı öfkesinden payını, dişini kontrol ettirmek için uğradığı tombul dişçi Geoffrey'de (Jerry Winsett) alır...
Bu olayda iş fiziki zor kullanmaya kadar uzandığı için Mildred karakola götürülür...
Fakat ifadesi alınırken akciğer kanseri olan Willoughby'ın ağzından gelen kan Mildred'ın suratına saçılır...
Yalnız söz konusu bu panolara, o yoldan her geçtiğinde kendisine ablasının başına gelenleri anımsattığını düşünen oğlu Robbie ve on dokuz yaşındaki Penelope (Samara Weaving) ile yaşamakta olan eski kocası Charlie'de (John Hawkes) karşıdır...
Bu arada Dixon'ın annesinin (Sandy Martin) önerisi üzerine Mildred'ın çalışma arkadaşı Denise Watson (Amanda Warren), üzerinde uyuşturuculu sigara bulundurmaktan tutuklanarak göz altına alınır...
Amaç, bir anlamda yakınındaki insanlara zarar verilerek Mildred'ın yola getirilmeye çalışılmasıdır...
Hani zaten Mildred'ın panoların kirasını ödeyecek parası da tükenmiştir...
Dakika 48...
Hepsi bu kadar mı?
Olur mu hiç...
Geride şaşırtıcı sürpriz ve ters köşelerle dolu 67 dakikalık bir bölüm daha sizleri bekliyor...
Bugüne kadar izlememiş olanlara "hararetle" öneriyoruz 2 Academy, 4 Golden Globe ve 5 BAFTA ödüllü bu sıra dışı filmi...
Son derece kaliteli bir film. Senenin en iyilerinden. Zaten yavaş yavaş ödül sezonunda da adından söz ettirmeye, pek çok önemli adaylık ve hatta ödül almaya başladı. Oscar'da da en büyük favorilerden kuşkusuz. Film ile ilgili her şey ayrı ayrı, uzun uzun övülmeyi hak ediyor. Oyuncular belki de en dikkat çekici olanı. Senaryo ve işlenen konunun ilgi çekiciliği yine öyle. Çekilen filmlerin genel olarak seviyeyi düşürdüğü şu yıllarda, ilaç gibi gelen ve belki de tek başına bütün bir yılı kurtaran filmlerden biri. Böylesi gerçekten yılda 3-4 defa anca gelir.
ZAMANLA KÜLT FİLME DÖNÜŞECEK BİR BAŞYAPIT 10 ÜZERİNDEN 10
imdb top 250 listesine 136. sıradan girmeyi başarmış olan mükemmel bir başyapıt içerisinde her duygunun olduğu bir film gülüyorsunuz,üzülüyorsunuz,sinirleniyorsunuz,empati kuruyorsunuz,hissediyorsunuz. tam anlamıyla olmuş bir film" yani. realizm ya da mantık aranan kısımlar için kara mizah deyip geçmek gerekir. bütünselliği etkileyen bir şey değil. frances mcdormand zaten tüm övgüleri alacaktır ama sam rockwell de rolün hakkını fazlasıyla vermiş ben şahsen son 10 yil icersindeki en iyi 3 senaryoya dahil ettim.bu yapımı ödülleri topladigi duyulunca izlenilecek, izlenildikce beğenilecek zamanla kült filme evrilecektir.Kesinlikle izleyin pişman olmazsınız. Benim filme puanım 10 üzerinde 8.5
sinema sanatının nadide örneklerinden. güzel bir hikaye ve ışığıyla, müziğiyle, kurgusuyla, oyunculuğuyla mükemmel bir hikaye anlatımı.yönetmenin çok iyi bir hikaye yazarı ve anlatıcısı olması yanında filmin görüntü yönetmeninin ben davis olması çok güzel olmuş zira davis marvel'ın bir çok süper kahraman filminin görüntü yönetmeni bu sebeple aksiyonu ve coşkusu bol sahneleri nasıl yakalayacağını bildiği gibi karakterlerin içlerindekilerle yüzleştikleri trajik anları nasıl vereceğini de çok iyi biliyor in bruges ile tanıdığımız martin mcdonagh, seven psychopaths ile çıtayı düşürdükten sonra yine kendine has sağlam diyaloglar içeren metniyle bir dakika önce gerilirken sonra gülümseten, iki dakika sonra hüzünlendiren bir iş çıkarmış. yönetmen, martin mcdonagh yine muhteşem bir kadro toplamış, frances mcdormand, woody harrelson, zeljko ivanek, peter dinklage sam rockwell, kendisine yapışmış, arızalı, kompleks rolün "yine" altından girip üstünden çıkmış
SİNEMA TARİHİNİN EN İYİ VE EN İNCE İŞLENMİŞ İNTİHAR SAHNESİ
Polis şefi willoughby, intiharının etkileyebileceği her insanı ince ince düşünüp yalnızca onların bilmesinin yeteceği ayrıntıları, yalnızca muhataplarına açıklayarak dünyaya veda ediyor, üstelik dağılan yüzünü ailesinin görmesini engellemek için kafasına geçirdiği kılıfın üzerine "sakın açmayın, hemen bizim çocukları arayın!" diye yazarak. eşine, yalnızca eşinin bilmesi gereken şeyleri açıkladığı bir mektup bırakırken mildred'e de yalnızca mildred için yazılmış bir mektup bırakışında çok yüce bir ayrıntı var, eşine "mildred'den nefret etme, onun yüzünden intihar etmiyorum," diye bile açıklama gereği duymuyor, kişilerin birbirleri hakkında hissedeceklerine karar verecek bir makam rolü oynamadan incelik gösteriyor, willoughby için yalnızca kişilerin bu intihar ile ilgili vicdanlarının rahat olması ve hüzünlerini gidermek önemli, dünyadan ayrılmayı seçerken başkalarının fikirleri üzerinde bir yetkisinin kalmadığının farkında. hangi hissin muhatabı kimse her his yalnızca onun bileceği şekilde kalıyor ve kendi aleyhine asılmış slogan panolarının bir yıllık ücretini peşin olarak öderken mildred'i bu intiharın yükünden olabildiğince esprili bir şekilde kurtarıyor. yine dixon'a yazılmış mektup da hissinin muhatabına, polis merkezindeki diğer polisler mektup falan almıyorlar, dixon'un kendi yokluğunda yönünü iyice kaybedeceğinin farkında ve diğer polislerin nazarında dixon'un haysiyetini azaltmadan gizliden bir baş okşayıp öyle gitmeyi tercih ediyor. intiharı seçerken tüm dünyaya bir isyan, güç gösterisi, naiflik şovu yansıtma değil de yalnızca intihardan etkilenecek kişilere, kendilerini ilgilendiren hisleri anlatıp sessizce dünyadan ayrılma hikayesi beni gerçekten çok etkiledi, sanıyorum ki ekranlarda ve beyaz perdede izlediğim en iyi intihar buydu
Film, çok iyi başlıyor, çok enteresan ilerliyor, fakat sonuç bölümü filmi bitiremiyor. Dolayısıyla filmi izledikten sonra, film sizde kendisini bir yerler de eksik kalmış hissini veriyor. Yani film beklentinin bir tık altın da kalıyor. Fakat filmin sonuç bölümü hariç, filmin geneline bakıldığın da, film oldukça iyi ve kesinlikle izlemeye değer. Film kesinlikle bu yıl ki en güçlü Oscar adaylarından! Filmin finali yüzünden Bence puanı 7/10, yoksa film 8/10 puanı hak ediyor.
Epeydir izlediğim en iyi filmdi. Her karakterle biraz özdeşleşebiliyorsunuz ama her karaktere de biraz mesafelisiniz. Film politik doğruculuk yapıyor ve fazla ders veriyor ama yinede çok iyi. Filmi herkese tavsiye ediyorum.
Martin McDonagh, gerçekten de başarılı bir yönetmen. Özellikle de filmlerinde kara komedi ile dramı hayatın doğallığıyla ustaca birleştirmeyi başaran birisi. Yönettiği birkaç kısa filmin ardından ilk uzun metrajlı filmi In Bruges ile kendine has bir hayran kitlesi toplamış, sonraki filmi Seven Psychopaths ile herkesi ikiye ayırmıştı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki McDonagh, bu filmde resmen kendisini aşmış. Çünkü Three Billboards Outside Ebbing, Missouri sadece bu yıl Filmekimi'nde gördüğüm en iyi film değil, aynı zamanda bu yılın en iyi filmlerden birisi.
"Kızı cinayete kurban gittikten sonra 7 ay boyunca dava hakkında hiçbir şey bulunamayınca Mildred Hayes, bu konuda bir şeyler yapmaya karar verir ve kasabasında kullanılmayan 3 ilan panosuna soruşturma hakkında Amir Willoughby'ye direk olarak bir mesaj yazar. Bu panolar bütün kasabanın dikkatini çektikten sonra bu soruşturma giderek büyür ve olaylar komik ve ciddi bir şekilde gelişir."
Daha izlemeden önce Three Billboards (filme artık böyle hitap edeceğim)'u seveceğimi biliyordum fakat bu kadar bayılacağımı ben bile tahmin edemezdim. Film hakkında ufak sorunlarım elbette var ama genel anlamda bu film beni gerçekten etkiledi.
Fargo'daki harika performansıyla Oscar'ı kazanmış olan Frances McDormand bu filmde resmen döktürmüş, hatta kariyerinin en iyi performansını sergilemiş. McDormand karakterini büyük bir tutkuyla canlandırmış, hatta onu resmen yaşamış. Film boyunca McDormand'ın ekranda olduğunu fark etmedim bile. Kesinlikle bu yılın en iyi performanslarından.
Woody Harrelson ayrıca harikaydı. Zaten Harrelson bulunduğu bütün filmlerde karakterine bir enerji getiriyor ve bu filmde onu izlemek çok keyifliydi. Benim için filmin en büyük sürprizleri Peter Dinklage ve Samara Weaving'di. Fakat McDormand'ın dışında bulunduğu bütün sahneleri çalan diğer oyuncu Sam Rockwell'di. Rockwell, bence değeri yeterince görülmeyen bir oyuncu ve bu filmde tek kelimeyle döktürmüş, karakterinin enerjisini olabilecek en etkili şekilde ekrana yansıtmış.
Martin McDonagh oldukça başarılı bir yönetmen ama onun asıl ustalığı senaryoda. Ve bu filmin senaryosu inanılmazdı. Dramın ve komedinin zamanlaması neredeyse kusursuzdu ve karakterler çok iyi anlaşılmıştı. Bu da özellikle diyaloglarda rahatça fark ediliyor. Eğer mother! filmi bu yılın en orijinal, Blade Runner 2049 da en iyi senaryoya sahipse, Three Billboards da bu yılın en iyi ve en vurucu diyaloglarına sahip. Karakterlerin söyledikleri replikler ileride kült olacak şekildeydi.
Filmle ilgili tek sorunum o kadar da büyük bir şey değil ama yine de bahsedeyim; film bazı sahnelerde verilmeye çalışan mesaja biraz fazla odaklandığı için hikayenin ulaşmak istediği nokta biraz uzatılmış. Bu da zaman zaman tempoyu biraz yavaşlatmış. Yine de filmin geneline bakınca, bu o kadar da göze batan bir sorun değil.
Kısacası film harikaydı, bu kadar iyi olacağını ben bile tahmin edemezdim. Frances McDormand'ın Oscarlık performansı ve Sam Rockwell ile Woody Harrelson'ın filme kattığı enerji Three Billboards'ı özellikle ön plana çıkartmış. Martin McDonagh'ın yönetmenliği harikaydı (özellikle de filmde tek çekim olan sahne inanılmazdı), senaryo harika karakterler, güçlü dram ve sizi gülmekten yerlere yatıracak kara mizah elementleri ile doluydu. Ve diyaloglar inanılmazdı. Kafamda tam olarak kusursuz bir iş olmasa da, olmaya son derece yakın bir çalışma. Bu yılın en iyi filmlerinden birisi, vizyona girdiği zaman sakın kaçırmayın. İyi seyirler.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Frances McDormand, Sam Rockwell ve Woody Harrelson'un dört dörtlük performansları.
+ Martin McDonagh'ın vurucu senaryosu, harika karakterler, çarpıcı diyaloglar, kara mizah ile dramın harika birleşimi.
+ İlgi çekici bir gizeme sahip olması.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Film bazen mesajına çok fazla odaklandığı için konusu pek ilerleyemiyor, bu da bazen tempoyu biraz düşürüyor.
Sam Rockwell Oscarı dibine kadar hak etmiş. McDormand ve Harrelson da fena oynamamış. E tabii böyle iyi oyunculukların üzerine kaliteli bir kara mizah ve dram da eklenince tadından yenmiyor. Çok etkilendim açıkçası bu filmden. Özellikle son 30 dakikada yaşananlar gerçekten çok iyiydi.10/10
60 yaşındaki filmin ana kadın kahramanı oscarlık bir performans gösteriyor. Film lezzet olarak "no country for old men " tadında ancak bu filmden çok farklı olarak filmde kötü kahraman ve aksiyon yok. Kötü ana karakter olmayan ve aksiyonu bulunmayan bir filmde yapımcılar felsefi derinliği koruyarak az bütçeyle harika bir iş çıkarmışlar. Ana kötü kahraman olmadığı için filmdeki konular çok çeşitlilik gösteriyor ama konu dağılmıyor. ( spoiler ) kanser olan ölümü bekleyen şerif , zenci döven ve ırkçı annesi olan polis , boşanmış yaşlı ama yaşlılığını kabul etmeyen ateist kadın, yaşlı kadının 19 yaşındaki bir kızla çıkan eski kocası, Cüce adam , vs bu konuların hiçbirinin filmin ana konusu ile ilgisi yok ama zaten hayatın kendisi de böyle değil mi. ? Felsefi yapısı nedeni ile orta ve üst yaş grubuna ve hayatın anlamı konularına ilgi gösteren seyircilerin çok hoşuna gidecek bir filmdir. Aksiyon , macera , heyacan talep eden izleyicilerin ise beğenmeyeceği bir film olacaktır. En iyi senaryo ve en iyi kadın oyuncu dalında oscar alması sürpriz olmaz. Ana karakter yaşlı kadının geyik ile konuşma sahnesi çok güzeldi , keşke biraz daha o sahneyi uzun tutsalardı.
Filmde ki kasaba Türkiye ye benziyor. Herkes haklı olduğu için her şeyi yapabileceğini sanıyor. Sevdiğiniz karakter başkalarına şiddet uygulayınca ilk başta seviniyorsunuz. Sonuçlarını görünce pişmanlık yaşıyorsunuz. Ben filmi sevdim.
Değindiği evrensel durumlarla, kurgusuyla, oyunculuklarla bence çok etkileyiciydi. Yavaş ilerlese de ben hiç sıkılmadım. Çok anlamlı bir filmdi. Aksiyon, macera türü sevenler aradığını bulamayabilir. Burdan belirtmek isterim.
Çok güzel buldugum frances mcdormand isimli oyuncunun sanırım Oscar aldığı hikaye olarak pek içine cekmeyen yani pek cazip bulamadığım ama oyunculuklar ve sinematografik olarak başarılı bulduğum bir yapıt. Bu kadın efsane oyuncu be
Filmde bir aksiyon yok. Monoton gidiyor. Hikayesi idare eder durumda. İzlerken uykunuz gelebilir. Berbat diyememem ama niye izledim diye düşünüyorum. İzlenir mi? İzlenmez mi? - İzlenmez.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.