Hesabım
    Hayat
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Hayat

    “Mars’ın taşı toprağı uzaylı”

    Yazar: Murat Tolga Şen

    Hayat (Life) temiz iş, gidin sinemada izleyin!

    Film için yazacaklarım bundan ibaret olabilirdi ve inanın yeterli olurdu. Daniel Espinosa’nın yönettiği ve Jake Gyllenhaal, Rebecca Ferguson, Ryan Reynolds ile Hiroyuki Sanada’nın oynadığı film içerdiği açık esinlenmeler yüzünden bir “klişe yumağı” ilan edilmiş ancak tür meraklısı seyirci için burada gerçek bir ödül var!

    Interstellar sağ olsun, önümüz açık ama yine de bilimkurgunun en iyi zamanlarında değiliz. Eğer izole bir ortamda astronotlara dünyayı dar eden uzaylı organizmaların maceralarını izlemek istersek elimize geçen tek tük örneklerle idare ediyoruz. Bekliyoruz ki Ridley (Scott) usta Prometheus çeksin. O arada elimize Europa Report gibi mütevazı örnekler düşüyor, onlara da denize düşen Alien’a sarılır misali, sarılıyoruz. Sinemacıların bu türde eser verme hevessizliğini de anlıyorum çünkü 50’lerin ucuz bilimkurgu filmlerinde karşımıza çıkan terör düşkünü uzaylı yaratık fikri 80’lere kadar demlendikten sonra Alien ve The Thing gibi iki muhteşem örnek verdi ve sonrası tam bir istila… Yer gök bu filmlerle doldu. James Cameron, Aliens ile türü aksiyon sinemasına yakınlaştırdı ve video furyasındaki ucuz filmler için bir yağma alanı oluşturdu. Hep aynı şey; bir uzay gemisi dolusu insan ve bir uzaylı… Gerisi feryat figan, bütçenin yettiği kadar özel efekt. Bu kadar sömürülmüş bir fikirden başka da bir şey çıkmaz. Kırk yılda Arrival gibi felsefik açıdan sağlam bir işle karşılaşabiliriz ama asıl inceleme alanımız; kanımıza susamış uzaylılar.

    Okuduğum tüm kısa ve uzun eleştirilerde Hayat filmi Alien ve Gravity ile benzeştirilerek klişeden ibaret basit bir seyirlik olarak nitelendiriliyor. Bana kalırsa filmde çok daha fazlası var. Evet, uzaylı ile karşılaşma ve ondan sıyrılmaya çalışma haliyle Alien, Dünya’ya sağ salim ulaşmaya çalışma haliyle de Gravity’e yakın bir iş. Uzaylı organizmaya takılan Calvin isminin bile Alien kelimesiyle fonetik yakınlığı var. Bu da ilk Alien filmindeki uzaylı formu gibi sürekli büyüyor ama o mürettebatın (ve The Thing’deki kutup ekibinin) aksine bu ekibin içinde güvensizlik değil birliktelik ve fedakârlık duygusu var. Bu da filmi Derin Darbe’ye (Deep Impact) bile yakınlaştırıyor. The Thing referansı çok açık, kan kokusuna hedeflenen Calvin üzerinden Jaws’la bile bir yakınlık kurulmaya çalışıldığı ortada. Alien ve Gravity yazıp geçmek olmaz, tür meraklısı bir eleştirmen olarak Blob (Alien büyüyen yaratık fikrini buradan almıştı), Star Crystal (Mars’ta buldukları bir yumurtayı gemiyle Dünya’ya getirmeye çalışan ekibin başına gelenler) ya da uzaydan musibet getirmek üzerine izlediğim en eğlenceli filmlerden biri olan Moontrap dahil daha onlarca film sayabilirim. Yapımcı ve senaristlerin ortak fikri, tutmuş filmlerdeki işe yarayan fikirleri alıp bunları yeni bir hikâyede seyirciye sunmak olmuş ama asıl soru şu olmalı; bunu becerebilmişler mi? Cevap: Lanet olası filmi defalarca izlemiş gibiyim ama yine de çok heyecanlı!

    Daniel Espinosa zanaatkâr bir sinemacı. Filmlerinde (özellikle Safe House) ritm tutturmayı biliyor. Bir stüdyo filmine uygun olarak Hayat’ta bize ekibi tanıtmayı ihmal etmiyor ama aksiyona açılacak geniş alan yüzünden bunu da hızlı yapmak zorunda. O da bu konuda iyi bir zamanlama tutturmuş. İlk 20 dakikada ekiptekiler, geçmişleri ve karakterler hakkında yeterince fikrimiz oluyor. Bunu da onların pratik davranışları üzerinden veriyor. Rory’nin kriz anında ne yapacağı, bilim insanı Hugh karakterinin Dr. Frankenstein’i andıran merakının başımıza ne işler getireceği, ekip lideri Miranda’nın göreve adanmışlığı, David’in (Astronot ismiyle 2001’e selam gönderme) fedakârlığı, Sho’nun Dünya’ya dönmek konusundaki motivasyonu vs. hepsi seyirciye aksiyonun a’sı yaşanmadan geçiriliyor. Bu bir yandan kötü, çünkü karakterlerin sürprizi yok. Onlar idealist uzay insanları ve duruşlarını bozmuyorlar ama karakterler üzerinden tahmin yürütme hali bizi sürprizsiz bir finale götürüyor sanmayın. Film en büyük numarasını finalde yapıyor ve damakta eskinin Süper Korku (Creepy) çizgi romanlarında okuduğum türden gibi bir alacakaranlık macerası tadı bırakıyor. Bu final, asıl referansların üretildiği 50’lerin ucuz bilim kurgu filmlerine saygı duruşu adeta.

    Hayat bir bilimkurgu ve işin kurgusunu umursadığı kadar bilimini de umursuyor. Film bizi gerçekten ISS’de (Uluslararası Uzay İstasyonu) yaşadığımızı düşündürüyor ve yerçekimsiz ortam sahneleri çok başarılı. Hollywood artık bu konuları öyle aştı ki övmek bile gereksiz ancak Hayat yıldız oyuncularına rağmen hepi topu 58 milyon $ maliyetle çıkmış bir film. Hollywood standartlarında böyle bir iş için en az iki katı para gerekir (Gravity’nin bütçesi 100 milyon $). Yapımcılar küçük bütçe ile harikalar yaratmış, izlediğimiz film kesinlikle çok daha pahalıya çıkmış gibi duran bir iş.

    Son cümleler, Mary Shelley’den bu yana vazgeçemediğimiz “bilim insanlarının merakı insanlığa (ve başta kendilerine) felaket getirir” fikri üzerinden gelsin. Hayat’ta bu fikrin bilimin şafağındaki kadar yobaz bir uygulanışı var. İngilizlerin bir de atasözü vardır, “merak kediyi öldürür” derler (hatta bu isimde bir müzik grubu bile vardı; Curiosity Killed the Cat). Burada da öyle oluyor ve Hayat bu yüzden fazla meraklı olmamamızı öğütleyen bir masala dönüşüyor. Arrival düşman uzaylılar temasından çıkarak bunu aşmıştı. Bir tek bunu sevemedim çünkü bilim artık insanlığın rehberi, üzerindeki güvenilmezlik sisi kalkalı çok oldu. Hiç olmazsa Alien’deki gibi bir şirketin para kazanma hırsına sebep bir durum yaratılsaydı ama filmin derdi; seyirciye 2 saat boyunca uzayda geçen gerilim yüklü bir kovalamaca ve kaçış hikâyesi izletmek. Bunu da alnının hakkıyla başarıyor. Başta ne demiştim; Hayat temiz iş, mutlaka izleyin!

    murattolga@otekisinema.com

    twitter.com/murattolga

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top