İnsanlığımızı sorgulatan, etkili bir belgesel!
Yazar: Ali Ulvi UyanıkBirleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) hazırladığı rapora göre, dünya genelinde mülteci konumuna düşen, diğer deyişle açlık sınırı altında yaşayan ve şiddete maruz kalabilen kişilerin sayısı 65.3 milyona erişti… Bir de sığınmacı bile olamadan yolda hayatlarını kaybeden on binlercesi var.
Yani, tek bir insanın hayatı da çok değerliyken, öldürülenlerin ya da öldürülme korkusuyla kaçıp yolda hayatlarını kaybedenlerin soğuk rakamlarla ifade edilip kayıtlara geçirilmesi, insanlık onurunu paramparça etmektedir. Peki, neden? Yanıt, milyonlarca sözcük, ciltlerce kitap, binlerce makale ile verilebilir.
Belgesel yönetmeni Gianfranco Rosi, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü kazanan filmi "Denizdeki Ateş - Fuocoammare"de, çok yalın ve temel bir yanıt için doğru bir prolog sunuyor: 12 yaşındaki Samuele Pucillo, en iyi sapanı yapabileceği ağacın dalını koparmak için gayret sarf ediyor! Amaç, küçük kuşları taşla avlamak! Film boyunca, onun sapandan hayali tüfeğe nasıl geçtiğini, bir gözündeki tembelliği gidermek için diğerinin kapatılması gerektiğini ve göğsündeki sıkıntıları, nefes zorlukları şikayetlerini öğreniyoruz. Bir ara, vurmaya çalıştığı kuşlara şefkat gösterdiğine de tanık oluyoruz. Sam, sanki, yaşadığı küçük Sicilya adası açıklarına her gün yüzlercesi ulaşmaya çalışan mültecilere karşı, sorunlu-çelişkili bakışlar ve yaklaşımlar sergileyen Avrupalıları simgeliyor!
Milyonlarca Afrikalı, Ortadoğulu ve Güney Asyalı insan, vahşice canının alınmasından, kendisinin/yakınlarının tecavüze uğramasından, işkence görmekten, esir edilmekten, köle gibi alınıp satılmaktan korktuğu için, her tür riski göze alarak batı ülkelerine kaçmaya çalışıyor. Aslında müsebbipler, kaçmaya çalıştıkları ülkeler: Enerji kaynaklarını, yer altı zenginliklerini yağmalamak, daha fazla zenginleşmek uğruna sömürenler, ürettikleri silahlar ve yarattıkları diktatörlerle / terörle ülkelere ölüm yağdıranlar, şimdi, göç dalgalarıyla karşı karşıyalar!
Sam'in yaşadığı 20.2 kilometrekarelik, yaklaşık altı bin nüfuslu Lampedusa adası, Tunus'a çok yakın olması (113 km.) nedeniyle farklı ülkelerden kaçanların ilk sığındıkları kara parçası. Son yirmi yılda yaklaşık on beş bin şanssız kişinin ise, suda ya da balık istifi teknelerde havasızlıktan-susuzluktan boğularak ulaşmadığı, sakin bir ada. Yönetmen, filmi boyunca arama-kurtarma ekiplerinin, sağlık görevlerinin, uzmanların göçmenlere ulaşma ve yardım çabalarını aktarıyor. Koşutunda da, ada sakinlerinin gezegenin çılgın halinden soyutlanmış, sessiz ve günlük ekmeklerini çıkarma derdindeki hayatlarını yansıtıyor.
Lampedusa, medeni olduğu oranda bir çok az gelişmiş ülkeye alev kusan yaşlı Avrupa ile cehennemi yaşayan ülkeler arasında insanlığı ve vicdanı temsil ediyor. Görmüş geçirmiş yaşlı kadın İkinci Dünya Savaşı'nda denizin ateşe döndüğünü söylüyor... Radyo DJ'i, güzelliklere, sevgi dolu kalplere, eski günlere götüren şarkılar çalıyor... Ada doktoru yüreğini dağlayan göçmen trajedilerini anlatıyor.
Vakur ada halkı ile en derin acıları yaşayan sığınmacılar, görünmez duvarlarla ayrılsalar da, bu adada aynı havayı soluyarak, insan olarak kalabilmenin iki halini temsil ediyorlar. Sam ise, hem umudun, hem de umutsuzluğun/umarsızlığın habercisi gibi.
"Denizdeki Ateş", mükemmel kurgusuyla bir belgeselin en saf hali. Türkiye'nin de dahil olduğu mülteci sorunundaki sorumluluklarımızla yüzleşmemiz için bir fırsat.