Samimi, klişe ama kaliteli.
Yazar: Burçin Aygün80’li yılların en mühim isimlerinden bir tanesiydi Sylvester Stallone. Nasıl ki Terminator filmi Arnold Schwarzenegger’ı o dönemin efsanelerinden biri haline getirdi, 1976 tarihli Rocky de, Stallone için aynı şeyi gerçekleştirdi. Oldukça zor durumdayken elindeki senaryoyu büyük uğraşlar sonucunda kabul ettiren ve tüm dünyaca tanınan meşhur boksör Rocky Balboa’nın doğuşunu sağlayan aktör pek tabii çoğu dönem seyircisinin aklında böyle kaldı. Devam filmleri, 2006’daki ringlere veda niteliği taşıyan Rocky Balboa adlı proje derken bir devri kapattık. En azından biz öyle düşünmüştük.
Ryan Coogler’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği 2015 tarihli filmi Creed: Efsanenin Doğuşu, sinema severlerle yeni çağın kahramanını tanıştırdı; Adonis Creed. Orijinal seride önce Rocky’nin rakibi, sonra yakın dostuna dönüşen Apollo’nun oğlunun doğuş hikayesi. Doğal olarak ilk tepkiler “tadında bırakın artık” şeklinde olduysa da, yapım vizyona girince muhteşem bir spor – dram projesiyle karşılaştık. Oyunculuklardan tutun da, senaryosuna kadar her şey tam tadındaydı. Stallone hem merkezdeydi hem değildi, geçmişin o hüzünlendiren anıları sömürülmüyordu ve en önemlisi anlatılacak bir hikaye vardı.
İlk bölümde doğan yeni çağın kahramanı Adonis (Donny), bu hafta vizyona giren Creed II: Efsane Yükseliyor ile birlikte kendini gerçekleştiriyor. Bir kez daha Michael B. Jordan tarafından canlandırılan karakter, ağır siklette gelebileceği en yüksek noktada “artık tamam” diyor. Altın kemerini alan, Bianca (Tessa Thompson) ile ilişkisini resmiyete dökmek isteyen ve babasını da tamamen geçmişte bırakarak yeni bir hayata koşan genç boksör doğal olarak kolay yoldan istediğine ulaşamıyor. Rocky IV filminde, babasını ringde öldüren ancak finalde Balboa tarafından yenilen Ivan Drogo (Dolph Lundgren) geri dönüyor, kendisi gibi yetiştirdiği oğlu Viktor (Florian Munteanu) ile birlikte intikam arzuluyor. Nasıl ki Adonis babasız olarak büyüdüyse, Viktor da babasının yenilgisi yüzünden Rusya’da yaşayamamış, Ukrayna’da hayata tutunmaya çalışmıştır. Böylece iki eski düşman ve onların yeni nesildeki temsilcileri karşı karşıya gelmiş oluyor.
Creed II aynen Rocky’nin devam filmlerinin yolundan gitmeyi tercih etmiş. Bu sefer Stallone ve Juel Taylor tarafından yazılan senaryo, amacına ulaşan ancak yine bir sebepten ötürü kendisini ringin ortasında bulan kahramanın serüvenine odaklanıyor. Şöhretini korumak ya da dostunun intikamı adına yeminini bozan Rocky’nin yerini Creed alıyor. Evlilik, başka bir bakış açısı, geçmişteki acılardan uzak bir ufka yürüyecekken, kazanmak için tekrar çalışan, ter döken, sevdikleriyle çatışan, söz dinlemeyen ve öfkeli bir genç. Yani Hollywood’da tarih bir kez daha tekerrür ediyor. Ancak bizi mutlu eden tarafı, ne yaptığını iyi bilen Sylvester Stallone sayesinde bu klişelerin olabildiğine samimi, inandırıcı ve heyecan yaratıcı nitelikte oluşu. 42 yılın ardından “yine mi pilav, yine mi bulgur” demek üzereyken, kendini Apollo’nun ağır manevi mirası, Rocky’nin geçmiş yıllardan aldığı derslerle arkaya çekilmesi, babası ve tabii kendi hayatını karartan maçın rövanşını düşleyerek büyüyen Viktor’un öfkesi, Ivan Drogo’nun kolayca empati kurabileceğiniz hali.
Yeni Creed filmi hem bir Rocky serisi devamı, hem tek başına bir Creed hikayesi, hem de modern bir bağımsız heyecan fırtınası. İnanılırlığı yok diyemeyeceğiniz, Creed: Efsane Doğuyor kadar başarılı olmayan, nostaljiye sırtını yaslamasa ve taze bir hikaye anlatsa dedirtirken, “eh bu da hiç fena değil aslında” cümlesini peşine takan dikkate değer bir vizyon seçeneği.
Not: Karakter odaklı hikayesi kadar, adrenalin dolu dövüşlerin de sizi mest edeceğini unutmayın.
burcinaygun@gmail.com