Issız bir adaya kaçış...
Yazar: Misafir KoltuğuHayao Miyazaki, Isao Takahata gibi önemli yönetmenlerin filmlerine imza atılan Japon film stüdyosu Studio Ghibli’nin, Japon bir yönetmene sahip olmayan ilk filmi The Red Turtle (Kırmızı Kaplumbağa,La tortue rouge) filminin yönetmen koltuğunda, 2000 yapımı Father and Daughter filmi ile En İyi Kısa Animasyon Oscar Ödülü kazanmış Hollandalı yönetmen Michael Dudok de Wit oturuyor. The Red Turtle ise bu yıl En İyi Animasyon Film dalında yine Akademi Ödülleri’nde son 5 aday arasına girmeyi başarmıştı.
Hangi yıllarda geçtiğini anlamadığımız bu zamansız hikayede baş karakterimiz, önce nasıl olduğunu yine bilmediğimiz bir şekilde düştüğü bu ıssız adadan kaçmayı kafasına koyar. Defalarca sal yapar ve medeniyete geri dönmeye çalışır ta ki sal ile adayı terk etmesine mani olan kırmızı kaplumbağa dönüşene dek. İlk olarak kırmızı saçlı bir kadına dönüşen bu kaplumbağaya bir doğa ana sembolü demek aşırı bir okuma olmaz. Hatta buradan yola çıkarsak filmin genel derdine de hizmet eden, doğaya yapılan yanlış ve vahşice davranışın doğa tarafından affedilmesi sonucuna da ulaşabiliriz. Kırmızı kaplumbağa, yalnızlığa ve esarete açılan bir savaşı, aile sevgisine ve bağlılığına dönüştürüyor. Filmi karakterlerimizin başına gelen tsunami felaketine rağmen bir doğa güzellemesi, doğa-insan uyumunun bir örneği olarak görmek de pekâlâ mümkün. Filmi bu gibi sembollerden ayrı tutulursa geriye yalnızca huzurlu bir hikaye kalıyor. Sembollerden, çevreci mesajlarından, felsefi sorularından arındırarak izlemek bu güzel işe haksızlık olur. Burada öncelikle senaryonun tercih ettiği kırmızıya ve kaplumbağaya bakmak gerek. Kırmızı diğer renklere göre çok daha fazla anlam ifade edebilse de psikolojide korkulardan, endişelerden korunma hissini verir. Enerjinin, eylemin rengidir. Kaplumbağa ise çok kabaca iç bilgeliği, dünyayı ve evi temsil eder. Bu anlamda senaryonun kırmızı kaplumbağa seçimi de yalnızca bununla alakalı olmasa dahi izleyicilere subliminal mesajlarla doğru duyguları hissettirmeye yardımcı oluyor.
Filmin sonunda çocuk da babasının ilk adaya düştüğü yaşlara gelirken adayı terk etmeye karar veriyor fakat huzur içinde ölen babası gibi o da adada olduğu süre boyunca medeniyetten uzak, huzurlu, onu güçlü ve cesur kılacak bir hayat geçirmiştir. Bir şişenin tıpası ile mutlu olabilecek kadar güzel bir çocukluk… Adamın elini son bir kez daha tutan kadın, kırmızı kaplumbağaya dönüşüyor ve okyanusa geri dönüyor.
Karakterlerin gördükleri rüyalar da diyalogsuz-kelimesiz tanıdığımız karakterlerle örtüşen, yine karakterlerin sonraki davranışlarına hizmet eden ve orijinalliğinin yanında görsel olarak da daha önce sabit duran büyük bir dalga, kumsalda müzik çalan modern çalgıcılar gibi daha önce şahit olmadığımız estetik görüntülere sahip. Film her sahnesi ve doğal doğa sesleri ile adeta bir meditasyona dönüşüyor.
Tamamı el çizimi olan bu film ince ve temiz çizgilerle yaratılmış, naif bir hikâye ile tamamlanmış ve sonucunda hipnotize edici bir animasyon çıkmış. Miyazaki’nin sınırsız hayal gücünün yanında -karşılaştırmaya hiç gerek olmasa bile - çok daha mütevazı ancak en az onunkiler kadar özgün bir hikâye ile karşımıza çıkan Dudok de Wit, birkaç filmi ile animasyon severlerin gözdelerinden biri haline geldi. Diğer el çizimi animasyonlara kıyasla çok daha sade ve gösterişten uzak bir tarzı var De Wit’in. Diğer işlerinde de bu sadeliği tatmak mümkün. Yeteneğini kanıtlayan yönetmen bunu günümüzde minimal denebilecek çizgilerle sağlıyor.
Filmin doyurucu görselliğinin yanı sıra hikâye de merak uyandırmayı iyi beceriyor. Bu anlamda filmde hem dinlendirici hem de sürükleyici bir anlatım söz konusu. Filmin her ögesi sade ve temiz düşünülmüş. Karakterlerden senaryoya, doğa seslerinden renklere her şey gösterişten uzak. Tüm bunların dışında The Red Turtle’ı bu kadar özel yapan bir artısı ise kurgusu. Bazen bir tabloyu andıran sahneler arası geçişleri yumuşak ve Tarsem filmlerindeki geçişleri hatırlatan masalsılıkta. Dramatik olmasının yanında daha çok yengeçlerle sağlanan komedisi de filmin geneli ile aynı incelikte. Diyalogsuz filmin müziklerinde de insani hiçbir söze yer yok.
Filmdeki her şeyin birbiri ile uyum içinde olduğu, izleyenin içini ısıtırken 80 dakikalığına her şeyden doğaya ve saf sevgiye kaçış imkânı sunan The Red Turtle, benim için 2016’nın en iyi animasyon yapımı.
Herkes ıssız adadan kaçmak ister ama artık vakit ıssız adaya kaçma vaktidir. Hepimizin kaçmak istediği kalabalık ve telaşlı şehirden uzaklaşmak için dahi olsa izlenmesi keyif verecek bir film. Son yılların en dinlendirici filmi desem bile abartı olmaz. Issız adanın ve doğa ananın sinema salonuna taşınan saf huzuruna tanık olun!
MANOLYA AKDEMİR