Yeni başlayanlar için 20. yüzyıl manifestoları…
Yazar: Serdar Kökçeoğlu20. yüzyılın önemli sanatsal ve siyasi pratiklerini manifestolardan ayrı düşünmek mümkün değil. Geçen yüzyıl her iki alanda da yeniliklere ve değişimlere sahne olmuştu. Yakın zamanda dilimize çevrilen ‘’Morton Feldman Yazıları’’ kitabında besteci Feldman 20. yüzyıl sanatını müzikten yola çıkarak güzel özetlemişti: Yirminci yüzyıl müziğinin çoğu geçmiş müziklerin eleştirisidir…
Bu esaslı cümleyi pek çok yere uyarlayabiliriz aslında. Sanat akımlarında ve siyasi pratiklerde, önceki deneyimlere karşı radikal bir tavır görebiliriz. Berlinli sanatçı Julian Rosefeldt de manifestoların tarihini öneminden yola çıkarak bir dizi filme imza atmış. Esasında 13 ekranlı bir enstalasyon. Sinemalarda olan ise 93 dakikalık film kurgusu.
Filmde yer alan 13 bölümün içeriği Komünist Manifesto’dan Dadaist manifestolara ve hatta Dogma95 manifestosuna uzanıyor. Yetenekli aktris Cate Blanchett’i farklı rollerde izliyoruz. Ona eşlik edenler arasında ise mekanlar öne çıkıyor. Rosefeldt, Blanchett’ın yüzüne ve manifestolara verdiği önemin bir benzerini mekanlara da yer veriyor. Sadece sanat tarihine değil, ilgi çekici mimari duraklara da uğruyoruz.
Manifesto’nun ilginç bir proje olduğuna şüphe yok. 21. yüzyılın henüz başlarındayız ve sanatsal anlamda yenilikçi çıkışlara pek rastlamıyoruz bu aralar, henüz yeni çağın manifestoları gelmedi yani. Onun yerine müzikten sanata, kolay geçmeyecek bir nostalji rüzgarı esiyor. Bu açıdan sanatçının sarsıcı sanatsal metinlerinin bizi hatırlatmasında anlaşılmayacak bir yan yok.
Öte yandan dünyaca ünlü bir yıldızı ‘’ekran yüzü’’ yapan bu ‘’ağır’’ çağdaş sanat projesinde bir şeylerin eksik olduğu kesin. Her şeyi küçük, düzenli ve estetik gösteren tepe araç çekimleri, pek çok çağdaş sanatçının kullandığı, artık etkisi azalan yavaşlatmalar filmi plastik yandan çekici yapıyor ama bütün bu güzellikler içinde manifestoların vahşiliğinden pek eser kalmıyor. Hepsi eşitleniyor.
Tabii ki Dadaist manifestoyu yıkıcı bir sokak performansıyla veya Dogma95 manifestosunu çiğ video kameraların görüntüsü eşliğinde dinleyelim demiyorum. Ama eksikliğini hissettiğim şey pek çok bölümde eksik olan ironi ve mizah. Filmin kendine hayran olduğunu düşünmemizi engelleyecek zekice ve sivri oyunlar.
Bu oyuncul ve bilge kafanın filmde hiç olmadığını, bütün filmin manifestoları eşitleyerek yüksek sanat kategorisine çıkaran bir şova dönüştüğünü söylemek yanlış olur. Esasında beklediğimiz şeye filmin son iki bölümünde kavuşuyoruz.
Bir kere sunucu Blanchett muhteşem. Kavramsal Sanat ve Minimalizm manifestoları ile sahte yağmur zekiliği ve saçmalığıyla ışıldıyor. Brakhage’dan Trier ve Herzog’a uzanan sinema manifesto ve düşüncelerini miniklerin sınıfında hatırlamak da hoş. ‘’Annem Sinema Öğreniyor’’ kısa filmindeki kafa var burada. Bunlar hoş, yoksa cenazede Dadaist manifestoları okumak felen sanıldığı kadar etkili olmuyor.