Jurassic Devri’nin Tatmin Etmeyen Sonu
Yazar: Özden Sevgi Diler1990’ların ikonik filmlerinden biri olan “Jurassic Park”ın başarıyla sorduğu “dinozorlarla insanlar bir araya gelse ne olurdu?” sorusu, 2015 yılında “Jurassic World” filmiyle bir kez daha beyaz perdeye taşındı. Steven Spielberg imzalı “Jurassic Park”, Michael Crichton’ın romanından David Koepp tarafından uyarlanan senaryosu ve çığır açıcı görsel efektleriyle, popüler kültürde büyük bir etki yaratmış, tüm dünyada dinozor çılgınlığını başlatmıştı.
90’lardan 2015’e kadar geçen sürede, dinozorlar ve görsel efektler artık şaşılacak şeyler olmaktan çıktı. Dolayısıyla yeni serinin “yeni” bir şeyler yapması gerekiyordu. Filmin hikayesinde de insanların aradan geçen yıllarda artık dinozorlara alıştığı ve tema parkı Jurassic World’e daha fazla ilgi çekebilmek için yeni yöntemlere başvurmak gerektiği vurgulanıyordu. Böylece hikâyeye insan eliyle yaratılan "modifiye" dinozorlar dahil oldu ve yeni serinin yıldızları Chris Pratt ve Bryce Dallas Howard'ın karşısına dikildi ama güçleri seriyi hikayesel anlamda ileriye taşımaya yetmedi.
Orijinal filmin aksine, insanlarla dinozorların dost olabileceği, hiç değilse aynı ortamda yaşayabileceği de yeni serinin öne çıkan temalarından biriydi. “Jurassic World: Yıkılmış Krallık”ta, yanardağ patlamasıyla yok olma tehlikesi altına giren Isla Nublar’da yaşayan dinozorlar kurtarılmalı mı, yoksa tarihin doğal akışına daha fazla müdahale edilmemeli ve dinozorların soylarının tükenmesine izin mi verilmeli sorusu filmin çıkış noktasıydı. Film, volkanik felaketten kurtarılan dinozorların ana karada serbest kalmasıyla ve bu durumun insan nesli için yarattığı tehlikenin altını çizerek sona ermişti.
Üçlemeyi sona erdiren “Jurassic World: Hakimiyet” bu olaydan 4 yıl sonrasında geçiyor. Fakat ne yazık ki dinozorların aramızda yaşamaya başlamasının yaratacağı potansiyel hikayeleri keşfetmek yerine, dünyayı dinozorlarla paylaşmanın nelere yol açtığıyla ilgili çok kısıtlı bir montaj sekansı sunup, “dinozorların dehşetinden kaçan insanlar” şeklindeki formül olay örgüsüne dönmeyi tercih ediyor.
“Jurassic World: Hakimiyet”te sanki iki ayrı film izliyoruz. Bir tarafta, yıllar sonra geri dönen karakterler Ellie Sattler (Laura Dern) ve Alan Grant (Sam Neill), Ian Malcolm’un (Jeff Goldblum) yol göstermesiyle, dünyanın gıda stoğunu tehdit eden kötü niyetli dev şirket Biosyn’e karşı mücadele ederken; diğer tarafta Owen Grady (Pratt) ve Claire Dearing (Howard), genetik mühendisiliğiyle yaratılmış olan Maise (Isabella Sermon) ile velociraptor Blue’nun yavrusu Beta’yı kaçıran kötü adamların peşine düşüyor.
Hikayenin Biosyn tarafı; Neill, Dern ve Goldblum’u izlemenin getirdiği keyifli nostaji duygusunun yanı sıra, kurumsal casusluk ve ekolojik yok oluşu getiren genetik mühendislik boyutuyla çok daha ilgi çekici. Diğer tarafta ise, herhangi bir casus filminin otantik bir ülkede geçen kovalamaca sahnelerine birkaç dinozor serpiştirilmiş gibi duran yoğun ve yorucu bir aksiyon var. Filmin doğası gereği, ana karakterlerimizin hiçbir zaman bir dinozorun midesine inmeyeceğini biliyoruz. Bu durumda aksiyon sahnelerini izlerken onların bu mücadeleden sağ çıkıp çıkmayacağını değil, sağ çıkmayı nasıl başaracaklarını merak ediyoruz. Fakat bu sahneler uzadıkça heyecan ve merak yerini bıkkınlığa bırakıyor. Filmin iki buçuk saatlik süresine yayılan sündürülmüş aksiyon sahneleri ciddi anlamda bir yorgunluk hissi yaratıyor.
Evet, filmin diğer kısmı daha fazla ilgi çekici ama kağıt üstündeki potansiyelini kesinlikle yansıtmıyor. Tıpkı Maise ve Beta’yı kaçıran kötüler gibi, Biosyn şirketinin sahibi Lewis Dodgson (Campbell Scott) karakteri de inandırıcılıktan uzak, hatta yer yer çok karikatürize. (“Jurassic Park”ta da kısa bir şekilde karşımıza çıkan Dodgson karakteri, araştırmalarında kullanmak için dinozor embriyolarını çalmak istiyordu.) Neill, Dern ve Goldblum bütün karizmalarına rağmen, bariz bir şekilde tekleyen filmi kurtarmayı başaramıyorlar. Aslında filmin bu karakterleri ele alış biçiminin de yeterince başarılı değil ama yine de filmin artılar hanesine yazılabilecek neredeyse her şey onlarla bağlantılı. Goldblum’un Dr. Malcolm ile ortaya koyduğuydu sarkastik mizahı, Sam Neill’in Alan Grant olmayı hiç bırakmamış gibi doğal bir şekilde karaktere yansıttığı karizması ve Laura Dern’in film için gerçekten bir şeyler yapmaya çalıştığını hissettiren performansı; Chris Pratt ve Bryce Dallas Howard’ın başından beri ilgi çekici bir yanı olmayan karakterlerinin yanında adeta parlıyor.
Yönetmen Colin Trevorrow ve senaryoyu birlikte kaleme aldığı Emily Carmichael, bu filmde dinozor dehşetinden daha fazlasına değinmek istemişler ama bütünlüklü bir film ortaya çıkaramamışlar. Bütün Jurassic filmleri içindeki en şiddetli sahnelerle dinozorlarla insanların bir arada var olmasının mümkün olmadığını gösteren film, bir yandan da Owen ile Blue/Beta üzerinden dinozorlarla dost olabileceğimizi (hatta neredeyse “olmamız gerektiğini”) öne sürüyor. Neticede ise bu iki ayrı ucun nereye ve nasıl bağlandığı ile ilgili tatmin edici bir yol çizemiyor.
Bir devri kapatan “Jurassic World: Hakimiyet”, “bir devrin sonu” hissiyatını yaşatacak duygusal bir etki bırakmıyor ve bunun nedeni sadece filmin sonunun geçiştirilmiş olması değil, film boyunca elle tutulabilir net bir hikaye anlatılamaması. Ancak bütün bu aksaklıklara rağmen, çok fazla beklentiye girmeden kafa dağıtmak ve keyifli vakit geçirmek için izlenebilecek “popcorn” bir film olarak serinin hayranlarını tatmin edecektir…