Heyecanlı ama detaylardan uzak
Yazar: Burçin AygünEdebiyat uyarlamaları eserin hayranları tarafından büyük bir heyecanla beklenen ancak genellikle hayalkırıklığı yaratan filmler oluyor. Buna filmin sınırlı süresi içinde çok sayıda karakteri yeteri kadar derinlikli şekilde sunabilmek, okuyucuların hayalindeki atmosferi yakalayabilmek ve tabii hepsini birden stüdyonun arzu ettiği şekilde birleştirmek gibi başlıklar neden oluyor. Büyük gişe başarısı kazanmış (ya da kazanmamış) sağlam beyazperde uyarlamaları bile, yeterliliklerine rağmen eserin hayranları tarafından geçer not alamayabiliyor. Misal Yüzüklerin Efendisi serisi her ne kadar zamanında büyük ses getirmiş ve üçlemenin okuyucularını dahi kendine hayran bırakmışken, o büyük heyecan bir kenara bırakılırsa sayısız eksiği olan bir projeydi. Hannibal romanının sinemadaki yansımasından bahsetmeye gerek bile yok.
Bu riske rağmen yapımcılar doğal olarak kaynağı güçlü, getirisi sağlam ‘markaları’ yalnız bırakmıyor. İskandinavya’da büyük ses getiren, daha sonra dünya genelinde inanılması zor bir satış başarısı yakalayan Millennium roman serisi de bunlardan biri. Niels Arden Oplev’in 2010 senesinde çektiği ve iyi sayılabilecek uyarlamalardan olan İsveç, Norveç, Almanya ve Danimarka ortak yapımı Ejderha Dövmeli Kız, özellikle de Noomi Rapace’in performansı sayesinde keyifle izlenmişti. Hollywood bu heyecana kayıtsız kalamadı, David Fincher gibi usta bir yönetmenle aynı isimde Amerikan işi bir projeye imza attı. Seriyi meşhur eden güçlü karakter analizleri, sürükleyicilik ve kaliteli hikaye anlatımı neredeyse birebir filme aktarıldı. Hatta serinin kahramanı Lisbeth Salander’i canlandıran Rooney Mara, sergilediği inanılmaz oyunculuk sayesinde Oscar heykelciği için aday bile gösterildi. Aradan geçen 7 sene boyunca hikaye devam edecek mi diye beklerken, hakları elinde bulunduran stüdyo sonunda harekete geçti ve son yılların gözde yönetmeni Fede Alvarez’i işin başına getirdi.
Alvarez, bir türlü vizyona giremeyen, girdiğinde ise çok beğenilen Dehşe Kapanı, bir başka yeniden yapım olan Evil Dead ve sonrasındaki Nefesini Tut ile yeteneğini kanıtlamış bir isimdi. Romanların bir başka bölümünü anlatan Örümcek Ağındaki Kız, işte bu başarılı ismin kanatları altına girdi. Girdi girmesine ama baştan sona yenilenen oyuncu kadrosu ve farklı bir anlayışla çekilen yapım ne kadar başarılı oldu, Rooney Mara ve Daniel Craig gibi isimleri aratmayacak parıltıya sahip mi?
Steven Knight, Fede Alvarez ve Jay Basu tarafından ortak yazılan senaryo, daha çok yönetmen ve diğer isimlerin bakış açısından çok yapımcıların arzusuna göre şekillenmiş. Nitekim Alvarez’in üzerinde çalışmayı sevdiği karakterler, orijinal kaynağın aksine oldukça sıradan ve seyirciye kendisine bağlamaktan uzak. Üstelik olan biteni seyirciye tattırmak, zevkini çıkartmasını sağlamak yerine, hızlıca yapılmış bir fast food ürünü gibi duruyor.
Eski NSA çalışanı Frans (Stephen Merchant), küçük oğlunun güvende olmasını istediğini söyleyerek, Firewall isimli yazılımı Lisbeth Salander (Claire Foy)’dan çalmasını ister. Bu program sayesinde dünya üzerindeki tüm nükleer füzeleri kontrol etmek mümkün olmaktadır. Başarılı hacker Salander bu isteği kabul eder, işini halleder ancak NSA güvenlik uzmanı Edwin (Lakeith Stanfield) tarafından fark edilir ve takibe alınır. Firewall’un peşindeki tek kişi kendisi değildir tabii; Örümcekler adlı gizli organizasyon da işe dahil olur. Salander, eski dostu gazeteci Mikael (Sverrir Gudnason)’un desteğini isteyerek işin içinden sıyrılmayı planlar.
Örneklerini yıllardır okuduğumuz, izlediğimiz hikayelerden biri gibi olsa da, Stieg Larsson yazdığı Millennium üçlemesinde* ilgili kitapta muazzam bir heyecan fırtınası, sayfaların arasında nefes alıp veren karakterler ve bolca sürprizle bizi tatmin ediyordu. Alvarez’in filmi tüm bu artılardan uzak, kendine hafiften James Bond ruhu verilmeye çalışılmış (ama yetememiş) bir uyarlama. Örümcek Ağındaki Kız’ın en büyük problemi, bolca müdahele edildiği belli olan senaryosu. Modern popüler edebiyatın en ilginç karakterlerinden olan Lisbeth Salander, aktris Rooney Mara’nın yokluğundan çok, kendisine biçilmemiş ruhun yoksunluğunu çekiyor. Birden çok ‘özelliği’ bünyesinde taşıyan kahraman, maalesef oyuncu Claire Foy’un çabasına rağmen cılız kalıyor. Hatta bu sorundan muzdarip olan sadece kendisi de değil. Romandaki çoğu karakter yok sayılmış ya da arka planda bırakılarak, karakterler arasındaki iletişimle doğan ‘gerçekçilik’ kendine yer bulamamış. Örneğin gazeteci Mikael serüven boyunca pek fazla gözükmüyor, Salander’in buradaki düşmanı Camilla (Sylvia Hoeks) yine motivasyonu umursamayacağınız bir kötü olarak servis ediliyor. Oyunculuklar genel olarak tatmin edici, hatta yer yer oldukça başarılı. Sürükleyicilik, aksiyonun katkısı ile karnı doldurmuş, yeni Lisbeth Salander’imiz Claire Foy da kendini kabullendirmekte başarılı.
Örümcek Ağındaki Kız, çok sağlam bir ekibe sahip olmasına rağmen, iyi bilinen kahramanları doğru şekilde yansıtmayan, heyecanlı ama detaylardan uzak, eğlencelik filmlerden biri olarak vizyonda bizleri bekliyor.
*Yazarın üçüncü kitaptan sonra hayatını kaybetmesiyle, başka bir yazar tarafından iki yeni bölüm daha yazılarak piyasaya sürülmüştü.
burcinaygun@gmail.com
2,5/5