Markaya taze nefes
Yazar: Burçin AygünSteven Soderbergh’in 2001 yılında vizyonda adeta parıldayan ve o dönemde uzun süre konuşulan filmi Ocean’s Eleven aradan geçen yıllarla birlikte değerini korumayı sürdürüyor. Aslında Soyguncular adlı 1960 yapımı bir başka yapımın yeniden çevrimi olan proje, çok da orijinal olmayan bir hikayeyi sağlam bir kadro ve şık bir anlatımla paketlemiş, gişede de beklentileri ziyadesiyle karşılamıştı. Ardından gelen Ocean’s Twelve ve Ocean’s Thirteen ise aynı kaliteyi devam ettiremedi ve stüdyoyu gişede yüzüstü bıraktı. Üçlemenin son filmi 2007’de epeyce arkada kalınca bir bakıma marka haline gelen isim de unutuldu gitti.
Tam 11 yıl sonra yönetmen Soderbergh’den işi teslim alan Gary Ross, günümüz şartlarına uygun şekilde yepyeni bir hırsızlık serüvenini kameraya aldı. Üçlemedeki George Clooney, Matt Damon ve Brad Pitt’in yerini de bu kez Hollywood’un önde gelen kadınları aldı. Benzeri bir formül, oldukça yakın bir anlatım tekniği ve çok da şaşırtmayan bir hikaye.
Ocean’s Thirteen filminde dolaylı olarak sona eren hikayenin devamı bir bakıma bu yapım ile devam ediyor. Clooney’nin canlandırdığı Danny Ocean’ın kız kardeşi Debbie, beş yılın ardından kodesten çıkıyor ve hiç uslanmadan yeni bir hırsızlık organizasyonu için paçaları sıvıyor. Debbie (Sandra Bullock) iyi halden ötürü erkenden hapishaneden çıkıyor, eski dostu Lou (Cate Blanchett) ile bir araya gelerek ilk adımı atıyor. New York kentinde gerçekleşecek bir etkinlikte, katılımcılardan biri olan Daphne Kluger (Anne Hathaway)’in üzerindeki milyon dolarlık kolye de hedefleri oluyor. İşi en temiz şekilde halletmek isteyen ikili, ekibe kısa sürede eski iş ortağı Tammy (Sarah Paulson), moda tasarımcısı Rose (Helena Bonham Carter), imitasyon gerdanlık için mücevher ustası Amita (Mindy Kaling), hacker Nine Ball (Rihanna) ve kapkaç üstadı Constance (Awkwafina)’ı katıyor. Geleneksel Met Gala bünyesinde gerçekleşecek soygun için önce sıkı bir ön hazırlık yapılıyor, ardından işe girişiliyor, finale doğru da büyük sürprizler ardı ardına patlıyor.
Yönetmen Ross, Soderbergh’in tarzını korumaya karar vermiş, hikayenin ilerleyişi için benzer biri yolu izlerken, diğer yandan da karakterleri de seyircisine uygun şekillendirmiş. Günümüz trendlerine uygun sekiz yeni kahraman, belki bir parça daha alışılmadık bir kurban ama bildiğimiz bir akış. Geçmişi gör, ekibi kur, planı yap, hazırlıkları tamamla ve soyguna başla.
Eğlenceli, sürükleyici, aksiyonu tam dozunda ve A kalite oyuncu kadrosuyla göz dolduran Ocean’s 8’in sıkıntısı ise önceki filmlerden kendini koparmayışı. Eğer kendi başına ilerlemeyi tercih eden, bağımsız bir hikaye, göndermelere ihtiyaç duymadan kendine has espiriler ile seyirciyi tavlamayı hedefleseydi, karşımızda çok daha sağlam bir komedi – macera projesi çıkardı. Bir bakıma geçmişin gölgesinden çıkamayan, daha doğrusu o mirası kendine güvence olarak görüp, farklı denizlere açılmak yerine aynı formüle yeni bir soluk getirmek istenmiş. Evet, bu konuda genel olarak bir başarı söz konusu olsa da, tamamen bağımsız bir ana karakter ve göndermelerden uzak, finalde şaşırtacağım diye kendini zorlayan bir senaryo, yıllar boyu kendini hatırlatacak bir ürünün doğuşuna engel oluyor.
Ticarı kaygılarla kadroda yer aldığı fazlasıyla belli olan Rihanna’yı dışarıda bırakacak olursak, Helena Bonham Carter, Cate Blanchett ve Sarah Paulson gibi isimlerin parıldadığı oyuncu kadrosunun hakkını da vermeden olmaz. Özellikle de Carter ve Blanchett tek kelimeyle kendilerine hayran bırakıyor. Karakter olarak öne çıkan isim Debbie olsa da, hikaye ağırlığı ona verse de, Sandra Bullock maalesef as aktris olarak geride kalıyor.
Ocean’s 8 her ne kadar eski mirasın ardına saklanmak istese de, ilgiye layık, seyri eğlenceli, salondan çıktığınızda yüzünüzü güldüren başarılı bir “marka diriltme girişimi” olarak izleyicisini bekliyor.
burcinaygun@gmail.com