Hesabım
    Ayı Paddington 2
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Ayı Paddington 2

    Full otomatik sevimlilik abidesi geri döndü!

    Yazar: Fatih Yürür

        Adını, Londra’nın tam kalbindeki metro ve tren istasyonlarının bulunduğu mahalleden alan ve nedendir bilinmez, her daim Ayı Teddy’nin daha efendi versiyonu” şeklinde anılan Ayı Paddington, yaklaşık üç yıllık bir aranın ardından sinema salonlarına geri döndü!

        Michael Bond tarafından yaratılan ve kısa sürede İngiliz çocuk klasikleri arasında başı çeken Paddington, bu zamana kadar yazılı mecrada pek çok maceranın baş karakteri oldu ve bir çok çizgi filmde / televizyon projesinde boy gösterdi. Bu bakımdan 2014 yılında vizyona giren ve animasyon ile live action tekniğini evlendiren ilk filmin, beyazperde maratonuna bir miktar geç kaldığını söylemek çok da yanlış olmasa gerek.  Portakal reçeline karşı koyamayan, insanların arasına karışmak için can atan bu Peru’lu ayıcık; aslında küçük yaştaki İngiliz okurları zenofobiye karşı bilinçlendirmek gibisinden naif bir misyon üstleniyordu. Hemen her türlü projede, kimi zaman didaktizme boğulsa da, başarılı bir sosyal sorumluluk öznesi olmayı da başarmıştı hani.

        Yönetmen koltuğuna Paul King’in oturduğu ilk film, Bond’un Ayı Paddington’u yaratırken hedeflediği nihai misyonuyla örtüşecek biçimde, karakterin doğum öyküsüne eğiliyor ve dünyanın en önemli metropollerinden birinin tam ortasında, kimsesiz, yalnız ve şaşkın bir ayıcığın yuva bulma öyküsünü ön plana alıyordu. Bu sayede Paddington’un kimliği hakkında pek de fazla bilgi sahibi olmayan izleyiciler, onun sadece “aklı başında bir Teddy” varyasyonu olmadığının da farkına vardılar.

         Kameranın arkasına bir kere daha Paul King’in geçtiği ikinci filmde ise, yine sürpriz olmayacak biçimde Paddington’un gerçek manada macera kasları gelişiyor. Karşımızda yine “Karakterin Doğumu” evresini başarılı bir biçimde geride bırakmış bir kahraman var ve bu kahraman artık macera havuzunda debelenmeye hazır vaziyette! Daha önce Mr. Bean serilerinin bir kısım senaryolarına mürekkep damlatmış olan Hamish McColl’un da etkisiyle, polisiye – komedi sularında gezinen bir devam filmi çıkmış ortaya. Diğer bir tabirler, tüm aile fertlerini salona çekmeyi hedefleyen bir hafta sonu seyirliği olma evresi, başarılı bir biçimde tamamlanmış.

        İlk filmde, kendisine daha ayrıcalıklı bir yaşam vadedeceği ümidiyle modern insanın hayatına dahil olmak için kıvranan ve o hayata adapte olmaya çalışan Paddington; artık yakın çevre tarafından kabul edilmek bir tarafa dursun, baş tacı edilerek rock yıldızı kıvamına gelmenin şımarıklığını doyasıya yaşıyor. Bu yeni modern hayatın kendisine sunduğu tüm aparatları hunharca taciz ederken, diğer taraftan da teyzesi Lucy’nin 100. Yaş günü için mükemmel hediyeyi almayı hedefliyor. Tabi kendisini bu hedefe götürecek olan süreç de en kaba tabirle yeni filmimizin konusunu oluşturuyor. Bin bir zahmet ile almayı başardığı hediyenin çalınmasıyla birlikte, Paddington için de macera çanları çalıyor.

        Elbette ilk filme göre çok daha hareketli, hararetli ve çok çok daha kalabalık bir yapım var karşımızda. Paddington’ın maceralarının katmerlenmesiyle birlikte; öyküye eklemlenen yeni karakterler de aileyi iyiden iyiye genişletiyor. Ortaya çıkan aile seyirliği mahsulü ise; Wes Anderson filmlerini aratmayacak cinsten bir renk cümbüşü ve yer yer baş döndüren bir görsel panayıra dönüşüyor.

         Ben Whishaw’ın bir kere daha Paddington’a sesini verdiği filme yeni eklenen üyeler ise; Ben MillerHugh Grant ve McGintly rolüyle belki de kariyerinin en eğlenceli performanslarından birini sergileyen Brendan Gleeson

         Sinema salonlarımızda, aileye yönelik kaliteli yapımlar görmekte zorlandığımız bir dönemde geçiyoruz ne yazık ki. Muadili sayılabilecek Stuart Little’ın çoktan emekliye ayrıldığı düşünüldüğünde, Peru’nun bağrından kopup gelmiş bu tüylü dostumuza sıkı sıkı sarılmakta fayda var sanki! Şimdiden tüm aileye iyi seyirler!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top