Kanlı Girdap: İstanbul’da Bir Vampir Öyküsü
Yazar: Egemen TokatlıoğluYerli korku/gerilim sinemamızda ard arda gelen yapımlar başta seyirciyi salonlaraa çekerken daha sonra bir kısmını da bezdirmiş durumda. Öyle ki cinli perili filmler, inandırıcılıktan uzan oyunculuklar vasat hikayeler ile her ne kadar güzel yapımlar ortaya çıksa da vasat diyebileceğimiz bir o kadar tonla yapım da salonlarda yerini alıyor. Dini öğelere yaslanan korku filmlerine oranla “gerilim” diyebileceğimiz türde yapımlar ise yeteri kadar piyasadaki yerini almıyor. İşte tam bu cümlemin ardından geçtiğimiz günlerde vizyona giren çoğunlukla gerilim öğelerine yaslanan Kanlı Girdap’ın ilginç bir öyküye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Film her ne kadar popüler kültürde Dracula olarak bilinen Vlad Tepes’e odaklansa da bu sefer karşımızda doğaüstü güçlerden ziyade psikolojik olarak germeyi başaran bir film duruyor.
Yönetmenliğini korku/gerilim türüne hiç uzak olmayan Şili uyruklu yönetmen Patricio Valladares’in yaptığı Kanlı Girdap’ın başrollerini ise Gianni Capaldi, Natalie Burn, Guillermo Iván, Larry Wade Carrell ve yerli oyuncularımız Selma Ergeç ve Selim Bayraktar paylaşıyorlar. Film 5 belgeselcinin tarihin en acımasız prenslerinden Kazıklı Voyvoda diye bilinen III. Vlad üzerine araştırma yapmak için Romanya’ya gitmeleriyle başlıyor. Daha sonra Vlad’ın savaş meydanında öldürülmediği, İstanbul’da tutsak alındığı ve bir dönem onun müridi olmuş bir yerli topluluğun, onun için çocuklar kaçırarak zindanda hapis ettiğini öğreniyorlar. Ekip soluğu İstanbul’da alıyor ve olayın derinine indikçe korkunç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.
Yerli yapımlarda vampir hikayelerine pek alışık olmadığımızdan Loris Curci ve Barry Keating tarafından senaryolaştırılan Kanlı Girdap en azından bu tür için ilginç bir alternatif oluşturuyor. Found footage (buluntu) gibi başlayan film daha sonra bunu düz anlatıma yedirilerek güzel bir ilerleyiş sergiliyor. İlk yarıda her ne kadar olay örgüsü ağır ilerlese ve kafalarda soru işaretleri bıraksa da ikinci yarıdaki mağara sahneleri iyi kotarılmış ve insanı germeyi başarıyor. Ve bu mağara sahneleri yer yer 2005 yapımı başarılı korku filmi The Descent (Cehenneme Bir Adım) den esinlenilmiş izlenimi yaratmıyor değil. Vampir çocukların saldırı sahneleri hafiften gore alt türüne yakın bir imaj sergiliyor ancak sadece yüzeysel olarak geçiliyor. Filmdeki gore alt türüne yakın sahneler biraz daha cesurca işlenseymiş ortaya çok daha sert bir film çıkabilirmiş.
Filmdeki İstanbul sahneleri tipik Orta Doğu ülkesi imajı ile servis ediliyor, altta çalan etnik müzik ile gizemli bir hava sergilenmek istenmiş. Bunun da yine Vlad’ın bir süre yaşadığı coğrafyada gizem unsuru olarak kullanılmak istendiği açık. Oyunculuklara gelirsek, yabancı oyuncuların hiç fena olmadığı yapımda asıl şaha kalkan Selim Bayraktar oluyor. Profesör Ali rolü ile filmin çıtasını yukarıya çektiği aşikar. Bu rolü başka bir Türk oyuncu oynasaydı bu etkiyi verir miydi bilinmez. Bayraktar ile popüler dönem dizisi Muhteşem Yüzyılda’da da rol arkadaşı olan Selma Ergeç ise Nina karakteri ile rolünün hakkını veriyor. Filmdeki en büyük sıkıntı ilk yarıda aklımıza takılan bazı soruları cevaplamaması. Ali’nin ruh halindeki değişiklikler kısa bir şekilde geçilmiş, yıllardır Vlad’ı araştıran Profesör Ali’nin arka planda yaşadıklarını biraz daha seyirci ile paylaşılması gerekirdi diye düşünüyorum. Özellikle finalde yaptığı twist ile bunların sebeplerine biraz daha yer verilebilirdi. Ergeç’in canlandırdığı tarihçi Nina’nın ise ilk yarıdaki gizemli tavırları da bir yere bağlanmayınca seyirci bir nebze yarım ayrılmış oldu salondan.
Dracula efsanesi pek çok filme konu oldu ve farklı şekillerde karşımıza çıktı. Ancak Türkiye’de hapsedildiği ve burada bir tarikatın bir dönem kendisine hizmet ettiği gibi değişik unsurlar sunulduğunda hayli ilgi çekebiliyor. Cinli perili filmlerden sıkıldıysanız ve vampir olgusuna dahası Dracula’ya bizim taraftan bakmak isterseniz türün hastaları için -beklentiyi yüksek tutmadan- Kanlı Girdap bir alternatif olabilir.