Senaryosunu, Norveçli Lars Klevberg’in yazıp yönettiği “Polaroid” isimli (2015) kısa filmden uyarlayarak Blair Butler’ın yazdığı 2019 tarihli “Polaroid”, yönetmen koltuğunda yine aynı Lars Klevberg’in oturduğu ilk uzun metrajlı sinema filmi…
10 Ocak 2019 tarihinde Almanya’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, 80’li ve 90’lı yılların “slasher” tarzı gençlik filmlerinin meraklısı olup da halen o türde çekilmiş “korku – gerilim” filmlerini ilgiyle izleyebilenler için tam da biçilmiş bir kaftan olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Evet, film öyle aman aman iddialı bir şey değil…
Oldukça basit bir hikâyesi ve kurgusu var…
Üstelik bu filmde, başlangıçta kim olduğu ve bu işi neden yaptığı bilinmeyen katili harekete geçirmek için “Candyman” (1992) de olduğu gibi aynaya bakıp adını beş kez tekrarlamanız da gerekmiyor…
Yapmanız gereken tek şey, filme adını veren Polaroid kamerayı kullanarak olan bitenden habersiz birinin fotoğrafını çekerek katilin hedefi haline getirmeniz…
Devamı çorap söküğü gibi kendiliğinden geliyor zaten…
Bize göre, bu filmin en önemli özelliklerinden bir tanesi de tam anlamıyla bir “kafa boşaltmalık” oluşu…
Yani filmi izlerken yahut da film bittikten sonra, filmin tamamı veya herhangi bir sahnesi için “Yönetmen burada ne ima ettiydi acaba?” diye düşünüp kafa da patlatmıyorsunuz…
Zira filmin hikâyesi kesinlikle buna uygun değil…
Her şey tam da beyazperde de gözünüzün önünde akıp giden film şeridinde olduğu kadar sade...
Dolayısıyla diyelim gündüz işyerinde patrondan / müdürden fırça yediniz yahut eşiniz veya sevgilinizle aranız limoni…
Ve o yüzden de kendinizi festivallik bir filme verebilecek durumda değilsiniz…
Ama illa da bu sorunlardan biraz olsun uzaklaşmak için bir şeyler de izlemek istiyorsunuz…
O zaman, bu film işte tam da size göre…
Elbette filmde, gençlere musallat olan manyak katilin kimliği ve onu harekete geçiren nedenler gibi uzunca bir süre gizli kapaklı olarak kalan şeylerde var…
Fakat bu durumda dahi canınızı sıkarak panik yapmamalısınız...
Çünkü sevgili yönetmenimiz Lars Klevberg bu kısmı da işler iyice karışıp Arapsaçına dönmeden çözüyor ve "Bekleme yapmayın, dağılın" dercesine herkesi rahatlatıyor…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “The Kid” (2019) filminin yorumundaki gibi sinemasever dostlara,” Bazen de armudun sapı, üzümün çöpü demeden izleme listelerimizde bu türden ‘bas izle sonra da unut’ tarzı çerezlik filmlere de yer vermeyi bilmeliyiz… Yoksa bu hayat çekilmez” diye seslenerek kullanmış olalım…
Sonuç olarak, tüm eksikliklerine rağmen kendini türün meraklılarına sıkmadan izlettirebiliyor olması nedeniyle puan olarak 2,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de “bir şans vermekten çekinmeyin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…