Hesabım
    Deli Dolu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Deli Dolu
    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Bir gerçek var ki gerçekçi karakterlere sahip gerçekçi hikayeler yani derdi olan insanlar derdi olan insanları her zaman daha çok çekiyor, cezbediyor. Romanda da filmde de tükettiğimiz sanatsal eserlerde bizden biri olabilecek karakterlerle karşılaştığımızda sanat eserinden aldığımız seyir zevki de katlanıyor: Akademide buna karakter ile özdeşlik kurma etkisi diyorlar zaten.

    Paolo Virzi’nin İtalya’da bir psikolojik rehabilitasyon merkezini hikayesinin ortasına yerleştiği filmi Like Crazy, tam da “İşte böyle yaşayan karakterleri seyretmek istiyoruz!” duygusunu seyirciye hissettiriyor. Rehabilitasyon merkezi orası elbette anormal olacaklar; bağırıp çığırıp kriz geçirecekler, çünkü onlar yaşayan karakterler: hiçbir şey olmamış gibi battaniye altına girip, camdan bakarak sigara içmez psikolojisinde yarıklar, gedikler olan insan. Sinirlenir bağırır, çağırır, kendisine vurulan zincirleri kırmak için bir şeyler yapar… Ha başarır başaramaz o ayrı da, deli delidir! Aksiyona geçer! Bizim “çok depresyondaki, çok beyaz Türk” karakterlerimiz gibi saatlerce denize bakarak yalnızlığını sorgulamaz. 

    Her ne ise Cannes da karşımıza çıkan gerçekten harika filmlerin ülkemizde üretilen eserlerle karşılaştırmasını ve sinema adına çıkan hazin sonucu bir kenara bırakırsak, “Like Crazy”nin yara almış yaşamları bu psikolojik rehabilitasyon merkezinde kesişen iki kadını odağına alıyor. Aslında Valeria Bruni Tedeschi’nin muhteşem bir performans ile canlandırdığı Beatrice Morandini Valdirana karakteri için ayrı bir parantez açmalı, zira burası onun ailesinin eski evi, oldukça geniş bir arazi üzerine yayılmış bahçeli bir villa. Ama bir tedavi merkezi olarak içinde kendi kızlarıyla birlikte bağışlanmış! Bi-polar teşhisi ile bu rehabilitasyon merkezinde yaşayan ama villanın hanımı gibi ortalığı idare eden Beatrice gerçek bir çılgın! İnanılmaz yüksek yaşayan, herkesin ve her şeyin kendisine hizmet ettiği düşüncesiyle hareket eden – çünkü kendisini kontes sanıyor- susmak bilmeyen bir karakter. Konuştuğu surece de yalan öykülerle bezeli binlerce hikâye anlattığını ve bunlara kendisinin de inandığını ekleyelim. Ona hem üzülüyorsunuz ama hem de o kadar nev-i sahsına münhasır bir deli ki başka türlü de zaten olamazdı hükmüne varıyorsunuz. Beatrice karakterinin bu kadar muhteşem bir inandırıcılıkta olmasının yegâne nedeni başarılı senaryo ve oyuncu yönetiminin yani sıra şüphesiz ki Valeria Bruni Tedeschi’nin şapka çıkartılacak oyunculuğu! Cannes’ı bilemiyorum ama bu performansın mutlaka bir yerlerden ödül alması gerek bu sene.

    Karşısında oynayan Micaela Ramazzotti ise Donatella Morelli karakterinde “Ben de varım!” diyor adrta. O Beatrice gibi orijinalinden değil, sistem yüzünden, sonradan deliren, deli edilenlerden. Normallerin kurbanı genç bir kadın... Beatrice’in sürekli merkezden kaçma girişimleri bir gün tesadüfen gerçek oluyor ve bu ikili merkez görevlilerinden köşe bucak kaçmayı başarıyor. Hep bir adım daha öndeler ve aslında istedikleri çok fazla da sşey yok... Beatrice’in tek hayali beyaz örtülü masalarda şampanya kadehi kaldıran seçkin insanların arasında olup eğlenmek. Donatella’nın tek arzusu ise kendisinden koparılan oğlunu bir kez olsun daha görmek. Donatella’nın hikayesinden çok etkilenen Beatrice bu kaçışı bir amaca dönüştürerek ona kendi yöntemleriyle yardım ediyor ve filmin asıl cümbüşü bu yol hikayesi ile zirveye çekiyor. Henüz seyretmemiş seyirciler için daha fazla sürprizini ve keyfini kaçırmayalım ama Virzi’nin gelmiş geçmiş en iyi kadın-kaçış-yol filmi olan Thelma ve Louise çok büyük bir saygı durusunda bulunduğunu ekleyelim. Filmin en can alıcı yönlerinden biri de bu yolculuğun ikisini birden değiştirmesi zaten... 

    Her şeyin yanı sıra görüntüleri de enfes olan bu film, umarız ülkemizde de festival ya da vizyon şansı bulur. Zira Türk seyircilerin de iyi şeyler seyretmeye hakkı var! 

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top