Ülkeler ayrı, sorunlar aynı…
Yazar: Alper Turgut“Mezuniyet” (Bacalaureat – Graduation), yereli, evrensele ulaştıran mevzular üzerinde, belki Romanya özelinde, ancak Türkiye’ye de cuk oturan, hayret ettiren benzerlikleriyle, doğru ve yanlışın, sahtenin ve gerçeğin peşine düşmüş bir film. İnsana, topluma ve kurulu düzene dair sorunlarla boğuşan, tıpkı yaşam gibi kâh akan, kâh tıkanan… Kahretmeye, reddetmeye, sırt dönmeye gerek yok, ülkelerimiz ayrı, sorunlar aynı, ne yazık ki…
En nihayetinde bir sır değil, Romenler, özellikle son yıllarda harbiden iyi sinema yapıyor ve çıtayı giderek daha da yükseğe taşıyor. Bu çıkarım, elbette bir genellemeye karşılık gelmiyor. Kötü filmler, vasat yapımlar, her ülke sinemasının, başının belası ve geçmeyen karın ağrısı, hiç tereddütsüz. Ancak güzel projeler ve devamında beceriyle kotarılan yapımlar çoğaldıkça, seyir zevki kadar, tanınmak ve adını koymak da kolaylaşıyor, ister istemez. İran, Romanya, vs. sineması kadar, Türkiye sinemasının da, birkaç yönetmenin sırtındaki yük olmaktan çıkartmak, bir ekol, bir okul olduğunu görmek ve bilmek, kuşkusuz en büyük arzumuz, sinemaseverler, sinemaya gönül verenler olarak… Evet, sinemanın ne gerçekçilik akımları, ne de dalgaları bitmez, ‘Romanya Yeni Dalgası’da, her ne kadar, filmleri türlere bölüştürmek benzeri, sinemayı da misyonlara bölmek istemesem de, bilinen, kabul gören ve yükselen bir akım, sonuçta. Biri Altın Palmiye olmak üzere toplam 37 ödül kazanan 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün (2007) ile rüştünü ispatlayan ve dalganın en parlak isimlerinden olan Cristian Mungiu, Tepelerin Ardında (2012) ile Cannes’da en iyi senarist, son filmi Mezuniyet ile de en iyi yönetmen ödüllerini kucaklamayı başardı.
Cristian Mungiu’nun yazıp yönettiği 2 saat 8 dakikalık Mezuniyet, adını andığımız diğer filmleri kadar özgün ve ayrıksı değil ve üstelik yeni dalgadan ziyade, durgun denizle, pardon umumu nizamla (anaakım) daha teşne ve aşna fişne belirtelim. Görüntü yönetimi de, ilk kez uzun metraj bir projede kamera karşısına geçen Tudor V. Panduru sayesinde, görece acemi ve yetkinlikten muaf, hal böyleyken… Olumsuzluklara karşın, yine de öyküsüyle olduğu kadar, Adrian Titieni, Maria-Victoria Dragus, Rares Andrici, Lia Bugnar ve diğer oyuncuların azami katkısıyla, kalburüstü bir seyirlik var karşımızda. Seyretmeye, seyretmeyi teşvik etmeye değer!
Beyin göçü, Türkiye’den, Batı’ya yıllardır sürüyor, bu artan bir ivmeye karşılık geliyor. Özellikle son dönemeçte, memleketteki kamplaşmanın ve yaşanılanların etkisiyle, kaçan kaçana hadi ayıp olacak, giden gidene resmen…
Mezuniyet’in ana karakteri Doktor Romeo Aldea için biricik kızını, İngiltere’ye okumaya göndermek bir takıntı haline gelmiştir. Biz bu ülkede çok çektik, idealist olmanın bedelini ödedik, kirlenmeyi önleyemedik diyen, kurtuluşun ve çözümün kalmakta değil, kaçmakta olduğunu düşünen saplantılı Romeo, bu uğurda pisliğe el vermeyi, dolayısıyla kirlenmeyi dahi göze almıştır. Hastanede, karakolda, okulda, sınavda, evde, yani tam tekmil gündelik hayatta, yozlaşma, yalan ve haksızlık, muğlaklıktan çıkıp, apaçık, besbelli olmuştur artık. Ömür boyu mücadele edilen ve bedel ödenen her şeyin, darmadağın olması, kül gibi savrulması, ilkelerin, prensiplerin, gaye için hükmünü yitirmesi, yani bir amaç uğruna, çürümenin tetiklenmesi, kendine, çevrene ve ülkene yazık etmek değilse, nedir? Ah be! İşte bu, tanıdık ve bildik, acıklı ve hüzünlü…
Sevdiklerimiz için bile olsa, doğrudan vazgeçmek, yanlışın egemenliğine tanımakla eşdeğer, özetle; herkesin emek verdiği, alın teri döktüğü, hayatının dönüm noktası sorulara, çalıntı yanıtlar taşımak gibi bir şey...