Senaryosu Paul Laverty tarafından yazılan “I, Daniel Blake”, yönetmen koltuğunda sinemanın nev’i şahsına münhasır isimlerinden Ken Loach’un oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 13 Mayıs 2016’da diğer iki ödülün yanı sıra büyük ödül olan Altın Palmiye ödülünü de kazandığı Cannes Film Festivalinde yapılan ve 21 Ekim 2016 tarihinde İngiltere’de vizyona giren filmin, 7.9/10 (54.860 oy) ve 4.0/5 (5.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 8.0/10 (182 yorum) ve 78/100 (32 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, iyi bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Ama biz yine de 15,8 milyon dolarlık bir hasılat rakamına da ulaşmış olan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de muhalefetteki İngiliz İşçi Partisi liderlerinden Jeremy Corbyn’in, İngiltere’deki mevcut refah devleti uygulamalarının adaletsizliğini eleştirdiği 2 Kasım 2016 tarihli (İngiliz Parlamentosunun alt kanadı) Avam Kamarası oturumundaki konuşmasında, dönemin Başbakanı Theresa May’e izlemesini önerdiği filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, “Düşkünler Yasası” olarak da bilinen 1795 tarihli "Speenhamland" düzenlemesinden bu yana sanayi devrimi ile başlayan kapitalizmin beşiği olan İngiltere’de o günden bugüne pek fazla değişen bir şeyin olmadığını gösteren filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Ki, aslında böylelikle de Ken Loach’un anlattığı bu hikâye de, bir zamanlar üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluk olduğu söylenilen Birleşik Krallığın (UK) günümüzde, emeği ile geçinerek hayatta kalmaya çabalayan ama yaşlı veya malulen emekli olacak derecede hasta oldukları için çalışması mümkün olmayanlar ile iş bulamayanların, onlara insanca yaşayabilecekleri bir emekli geliri, işsizlik ödeneği yahut da iş temin edemeyen (sözde refah devletinin) sosyal güvenlik sisteminin yıkıntılarının altında ezildiği, dört tarafı denizlerle çevrili bir adalar topluluğundan ibaret devasa bir vampire dönüştüğünü görmüş oluyoruz…
Küçük bir mutlu azınlığın çıkarlarını temsil eden bu vampirin temel gıdası ise ne yazık ki, filmde de gördüğümüz gibi çiğ çiğ parçalayarak kanını emdiği sınıf bilincinden yoksun örgütsüz kitlelerin emek ve bedenlerinden başkası değildir…
Zaten bize göre de “Benim adım, Daniel Blake” …
“Ben bir insanım, bir köpek değilim” …
“Bu sıfat ile de haklarımı talep ediyorum” …
“Bana saygı duyarak yaklaşmanızı talep ediyorum” ...
Ben, Daniel Blake (herkes gibi bu ülkenin) bir vatandaşı(yı)m, (varlıklılardan ve hali vakti yerinde olan İngilizlerden) ne bir eksik ne de bir fazla…”
Diye haykırarak yolun sonuna gelmiş olan mevcut kapitalist düzenin yoksul halk kitlelerine bakışını çok net olarak özetleyen Daniel Blake (Dave Johns) ile Katie’nin (Hayley Squires) içinde bulundukları durum başka türlü izah edilemez de…
Elbette, Ken Loach gibi toplumsal olaylara dair bakış açısı ve siyasal çizgisi, Türkiye’nin CHP’sini anımsatan İngiliz İşçi Partisinin sosyal demokrat olarak tanımlanabilecek olan "kabul edilebilir" solculuğunun çok da ötesine geçmeyen bir yönetmenin böyle bir film çekmiş olması bizim için hiç de büyük bir sürpriz değil…
Aynen ülkemizin yerli ve milli muhalefeti gibi Jeremy Corbyn’in Parlamento’da yaptığı biçimde, sistemi eleştirmekle beraber herhangi bir radikal değişim önerisinde bulunmaması nedeniyle filmin BAFTA’da “Yılın En İyi İngiliz Filmi” ödülüne uzanabilmiş olması gibi…
Laf aramızda, bunun tersini yapsaydı, muhtemelen o zaman (BAFTA yerine) gösterirlerdi kendisine Hanya ile Konya’yı…
Kısaca, “En İyi Aktör” ve “Gelecek Vaat Eden Yıldız” kategorilerinde yılın British Independent Film ödüllerine ulaşan Dave Johns ile Hayley Squires’ın performanslarına da baktığımızda, onların da anlatılan hikâyenin önüne geçmeyen temiz bir iş çıkarttıklarını söyleyebiliriz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi yaptığımız açıklamalar sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar vereceklerin ağzının tadını kaçırmış olmamak adına “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar, "copy / kopyala - paste / yapıştır" ile yorum yazıyor diyenlere inat filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; nitelikli film izlemeyi tarz edinmiş sinemasever dostlara, “Tüm siyasi eleştirilerimize rağmen, yıllardır İngiliz sinemasının aykırı seslerinden biri olmayı becerebilen usta yönetmen Ken Loach’un filmlerine de izleme listelerinizde yer vermeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak, abartıya kaçmadan 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de geçen bunca zamana dek eğer halen izlemediyseniz hemen “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…