Cin temasında klişeleri tekrarlayan bir film..
Yazar: Misafir KoltuğuDaha önce pek çok yapımda görsel efekt süpervizörü olarak çalışmış, televizyon dizisinde rol almış ve 2011 yılında Kusursuzlar adlı kısa film çekmiş olan Volkan Adıyaman’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Kabr-i Cin: Mühür geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Başrollerinde Sevil Uyar, Halit Karaata, Burcu Küçük, Turgay Başyayla, Mehmet Vanlıoğlu gibi isimleri içeren film yine günümüzün trendi “cin vakası”nı konu ediniyor. Ancak bu sefer paralel bir kurgu ile 3 farklı zamanda olayları işliyor.
Filmde, yüzyıllar önce ateşten yaratılan şeytan ve onun izinden giden cinler iler insanoğlu arasındaki savaş resmedilirken iki tarafın anlaşması ile bu savaşa bir perde çekilmesi kararlaştırılıyor. Ancak bu süre zarfında Bekçiler adı verilen bir grup, bu sükunetin bozulmaması için yüzyıllar boyunca sürekli denetimde oluyor. 1300’lü yıllarda yaşanan bu olayın ardından 1915’te bir köyde yaşanan trajik olay, akabinde 2016’da öz dedesinin mirasını almak için Elazığ’a giden genç bir kızın olayları kesişiyor. Birbiri ile bağlantılı bu esrarengiz vaka nihayetinde pek çok karanlık sırrı da ayyuka çıkartıyor.
Filmde 1365, 2007 ve 2016 yıllarında geçen paralel kurgulu bir hikaye izliyoruz. Filmin ilk yarısı için korkudan ziyade drama yaslanan bir yapı var denebilir. Ancak filmde göze batan pek çok aksaklık mevcut. Bunun nedeni ise hikayenin biraz dağınık bir yapısı olması. Hikayedeki kopukluklar, anlamsız geçişler ve havada kalan diyaloglar insanlara “ee yani?” dedirtecek cinsten. Ayrıca bazı Amerikan korku filmlerinde sıklıkla gördüğümüz klişeyi yani 1-2 saat öncesine kadar arkadaşları ölmüş kahramanların birbirleri ile espri yapıp alay edebilmeleri adeta gözü tırmalıyor. Paralel kurgulardaki hikayelerin geçişleri insanı içine almaktan çok uzak. Bazı yerlerde bağ kurmak oldukça güçleşebiliyor.
Bunun yanında bir diğer göze batan detay ise ses ve müzikler. Sonradan yapılan dublaj o kadar sırıtıyor ki, ağız hareketleri ile ses adeta birbirinden bağımsız koşuşturuyor. Ağlayan kahramanın ağzını hiç kıpırdatmadan hıçkırıklarla ağlaması, ya da bağırmıyorken bağırma sesi çıkması gibi durumlar maalesef gözden kaçmıyor. Müzikler ise adeta korku temalı video oyunlarındaki fon müziğinin replay tuşu ile tekrar tekrar çalması gibi. Müzik yarıda kesiliyor, sonra aniden yeniden başlıyor ki bu kopukluk da ses miksajı konusundaki büyük sıkıntıyı ortaya seriyor.
Oyunculuklar da tıpkı diğer aksayan noktalar gibi nasibini alıyor. Televizyon dizisinden hallice diyaloglar, karakterlerin sırıtan el kol hareket ve mimikleri maalesef filmin seyrini baltalayan unsurlar. Karakterlerin yapmacık tavırları da seyirci ile özdeşleşme sorunu yaratıyor. Birkaç gerilim yaratan sahne de maalesef havada kalıyor ve devamını getirmiyor. Film, diğer cin temalı filmlerin aksine dini referansları büyük oranda baz almayarak gerilim unsuruna dayanıyor. Ancak yapım bunu da doğru formül ile yediremiyor.
Son dönemde cin temalı fabrika çıkışlı seri üretim filmlerde en azından belli bir kriteri yakalamış olan Hasan Karacadağ, Alper Mestçi ve bunun gibi birkaç isim dışında, bu türe yenilik getiremeyen, dahası belirli standartların altına düşen yapımlar seyirciyi çekmediği gibi bu türden uzaklaştırıyor da. O nedenle seyircinin cin temalı filmlere karşı serzenişlerini de bir yerde anlamak gerek.
Egemen Tokatlıoğlu