Senaryosunu da kaleme almasının yanı sıra, ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmini de çekmekte olan Ceylan Özgün Özçelik'in yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Kaygı"; henüz işin başındaki sinemacılık okulu öğrencilerinin dönem ödevi kıvamındaki, amatörce siyasi film denemesi yapılmaya çalışılan psikolojik bir gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz...
İçindeki en doğru şeyin, Jennifer Kent'in (yine bu mecrada kapsamlı birer yorumunu da paylaştığımız) "The Babadook" (2014) ve "The Nightingale"in (2018) görüntü yönetmenliklerini de üstlenmiş olan Polonyalı sinemacı Radek Ladczuk'a teknik kadrosunda yer verilmek olduğunu ifade edebileceğimiz; derli toplu bir kurgunun tutturamadığı da, apaçık bir biçimde göze çarpan bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Değinilmesine gerek duyulma nedenini pek anlayamadığımız; Hasret (Algı Eke), Deniz (Arın Kusaksızoğlu), Birsen (Nihan Aşıcı), Gülay (Asiye Dinçsoy), Oktay (Aram Dildar) ve Mehmet (Özgür Çevik) arasındaki; kısa bir sosyal medya geyiğinin ardından, görsel ve işitsel halüsinasyonlara karşı son derece duyarlı olduğunu fark ettiğimiz Hasret'in evine girer girmez, her zamanki titizlikle kapı pencere alarmını devreye almasıyla film başlar...
***
İstanbul'daki Tek TV'de belgesel kurgucusu olarak çalışmakta olan Hasret, haber kurgusu odasına uğradığında; kıdemli haber editörü olduğunu açıkça belli eden şahıs (Efe Ünal) Ali'ye (Barış Tuğsan Gür), muhalif bir politikacının (Taner Birsel), tutuklanan ve sonrada serbest bırakılan müzisyenler hakkında vermiş olduğu bir demecin, en önemli bölümünü kestirerek attırdığını görür...
***
Gece evinde, annesi (Boncuk Yılmaz) ve bağlama çalıp türkü söyleyen babasının (Kadir Çermik) hayalleriyle karşılaştığında sancılanan Hasret...
Ertesi sabah...
Odasına çağıran Haber Müdürü Olcay Terken (Selen Uçer) tarafından; yedi yıldır çalışmakta olduğu belgesel kurgusundan alınarak, haber bülteni kurgusuna verilir...
İlk işi de...
Kendisine, sürekli olarak ters ve kaba davranan kendisinden daha kıdemli haber editörüyle (Elif Yıldız) beraber, İçişleri Bakanı'nın (Serhat Midyat) konuşmalarından; alt banttaki KJ'de verilecek olan "Ekonomik faaliyetteki hızlanma" yazısına uygun, "ekonomi tıkırında" mesajının çıkartılarak iktidarın poh pohlanmasını sağlayacak görüntüleri kurgulamak olur...
***
Aynı günün akşamı...
Yaşadığı karabasan gibi çalışma günü sonrasında telefonla konuştuğu Mehmet, kendisinin ziyaretine geldiğinde hep geçmişini düşünen Hasret ona; annesi ile babasının bir araba kazasında değil de, başka bir şekilde öldüklerini ama ne olduğunu bir türlü anlayamadığını ve internet dahil hiçbir yerde herhangi bir bilgiye ulaşamadığını da söyleyecektir...
Mehmet, gittikçe paranoyaklaşmaya başlayan Hasret'e; birden bire depreşen bu merakının sebebini sorduğunda da aldığı yanıt, "Çünkü ben, iki üç haftadır her gece aynı kabusu görüyorum" şeklindedir...
Dakika 35...
Kentsel dönüşüm, beton rantı, halı saha maçında kavga eden çocuklar, Milli Tarih Vakfı sözcüsü Furkan Muzaffer'in (Saygın Soysal) televizyon konuşmaları, Tek TV çalışanlarına sosyal medya uygulamalarına girilmesinin yasaklanması...
Ve finalinde...
2 Temmuz 1993 günü, aralarında (başrol karakteriyle aynı ismi taşıyan) halk ozanı Hasret Gültekin'in de bulunduğu; 35 insanımızın hayatlarını yitirdikleri Sivas Katliamı ile son noktanın konuluyor olması, ne yazık ki 94 dakikalık bu filmi, başarılı bir siyasi sinema filmi yapmıyor...
***
Siyasal sinemanın nitelikli örneklerinden birkaç tanesine göz atmak isteyen sinemasever dostlarımıza; (kapsamlı birer yorumunu yine bu mecrada paylaştığımız) Pablo Larraín'in "Tony Manero" (2008), "Post Mortem" (2010) ve "No" dan (2012) oluşan, faşist diktatör Pinochet döneminin anlatıldığı "Şili Üçlemesi"ni öneriyoruz...
Hatta Yılmaz Güney'in, üç kuruşluk bütçeyle kotardığı; şahane bir başyapıt ve sinema klasiği halini almış olan "Umut"unu (1970) hiç saymıyoruz bile...
Keyifli seyirler,