Sinemaseverlerin yerli korku filmleri ile olan savaşı devam ediyor. Tek tük aksi de olmakla birlikte, ağırlıklı olarak birbirinden başarısız örneklerle bizlere acı dolu saatler geçirten benzeri yapımlara “yeni bir hafta, yeni bir cin” diyerek adım atıyoruz. Uzun lafın kısası, karşımızda bir kez daha bir Türk korkusu var. Daha doğrusu bir korku filmi olmak için çabalayan ancak gişeden biz de biraz koparalım mantığı ile kameraya alınmış bir proje var. Tema ise pek tahmin edilebilinir değil; Cinler!
Özellikle de Hasan Karacadağ’ın inişli çıkışlı serisi Dabbe ile sinema salonlarına üşüşen cinler, artık biz korku filmleri aşıklarını türden vaz geçirtecek raddeye ulaştılar. Başarılı diyebileceğimiz cinli yerli korkular bile oldukça az sayıda iken (ki başarıları yine tartışılır), tek bir amaç doğrultusunda çekildiği belli olan denemelerin yeni yüzü de Cin Kuyusu oluyor. Korku konusunda htr2b: Dönüşüm gibi çok daha farklı sularda yüzdüğü için "değerli" olarak sıfatlandırabileceğimiz, ya da Kayıp Köy: Helak ile Deccal gibi “yerli-denemelerde bağımsız atlayışlar” yapan filmlerin aksine, Cin Kuyusu ilginç bir öğeyi hikayenin temeline oturtmasına rağmen yine de başarısız oluyor.
Bahsettiğimiz öğe ise yine cinler ile ilgili olmakla birlikte, gerçekte de var olan bir olgudan, köylerde büyük korku ile anılan cinlerin içerisinde yaşadığına inanılan kuyular oluyor. Köy ve kasaba halkının genellikle gelen sesler yüzünden tepelerini ağır nesnelerle örttükleri bu kuyuların sırrı ise tahmin edebileceğiniz gibi doğal sebepler, yer altı hareketlenmeleri, su akışlarındaki değişim ve yarattıkları “ürkütücü” sesler.
Şimdiye kadar bu kuyuların etrafından dolanan(!) yapımların aksine, Cin Kuyusu filmi işin içine lanetli bölge, intikam arzusu, temelinde sevginin yattığı hayalleri gerçek kılmak için yapılan hatalı “atılımlar” gibi başlıklar altında geziniyor. Murat Toktamışoğlu tarafından yönetilen filmin belki de tek artısı da bu! Çocuğu olmadığı için perişan halde yaşayan bir çift, karşılığında acı çekebilecekleri ihtimaline rağmen kötü bir anlaşmayı kabullenişleri ve olmadık bir anda kapana kısılışları. Oldukça sıradan gelen bu temel öğeler, yönetmenin bilinçli anlatım tarzı sayesinde dikkat çekse de, hem oyunculuk, hem de teknik anlamdaki yetersizlikler, bu “başarı olasılığı”nı da tamamen ortadan kaldırıyor.
Şimdiye dek değil onlarca, değil yüzlerce, belki on binlerce kez rastladığımız “araca dalan kuşlar, perdenin ardında ne var, göbeğe çizilen (!) büyüler, kötü değil çok kötü makyaj çalışmaları, bolca bağrış çağrış, kan kan ve kan. İyi bir ekibin elinde, “iyi niyetlerle” ele alınınca ortaya çıkması muhtemel izlense-fena-olmaz korkusu yerine de, karşımızda hiç-izlemesek-ne-güzel-olurdu cinli-korkusu var.
Denenmişi üstüne hiçbir şey eklemeden tekrarlayan Cin Kuyusu, sürprizleri ile ilgi çekebilen, sahip olduğu fikirlerle “neden olmasın” dedirten, neticede ise “olmayan” bir Türk korku-gerilim denemesi. Kıssadan hisse; daha önce izlediğiniz bir şeyi neden tekrar ve tekrar ve tekrar .... izleyesiniz ki?
burcinaygun@gmail.com