“Pamuğu unutmayalım hocam…”
Yazar: Murat Tolga ŞenFilmi izledikten hemen sonra bir sürü insana sordum; gassal nedir, kimdir diye. Kimse bilmiyor! Bu yüzden yazının başında gassalın tanımını yapmak doğru olur; gassal, ölü yıkayıcısı demek, yani günün birinde bu arkadaşlardan birine mutlaka işimiz düşecek. Toprağa girmeden önce cansız, çıplak bir bedene son dokunan insan olması sebebiyle gassal kardeşlerimizin bünyeye ayrı bir ürperti kattığı aşikâr!
Fakat gassallarla ilk karşılaşmamız bu film vasıtasıyla olmuyor. Atıl İnaç’ın çektiği Daire adlı filmde Nazan Kesal bu işi yapan/yapmaya mecbur kalan bir kadını canlandırıyordu. Merve İnce’nin de aynı isimde 2012 yapımı bir kısa filmi var. Türk korku sinemasının önemli yönetmenlerinden Özgür Bakar’la pek çok filmde senarist ve yapımcı olarak çalışan Alper Kıvılcım’ın çektiği yılın 22. ve son korku filmi olan Gassal ise bambaşka şeylerden bahsediyor.
Ne yalan söyleyeyim; filmin afişi ve Gassal kelimesi bende yine 3 harfliler üzerine kurulmuş bir film izleyeceğimiz hissi uyandırmıştı. Filmi izlemeden önce de “acaba yerli bir Cemetery Man mi izleyeceğiz?” diye umutla sorgulamıştım ancak Gassal “avcının sahasına giren ve avlanma bölgesini ele geçiren uç avcı (apex predator)” hikâyesinden mütevellit psikolojik bir gerilim çıkınca şahsımı ters köşeye yatırdı.
Alper Kıvılcım’ın, Özgür Bakar’la birlikte en başından beri farklı arayışlarda olup bir şekilde (seyirci bunu istiyor diye) dönüp dolaşıp cin furyasının içine düştüklerini biliyorum. Kısıtlı bir mekânda (bir ev ve bahçesi), dar bir bütçe ve oyuncu kadrosuyla çekilmiş olsa da adına samimi bir çaba olarak gördüm Gassal’ı. Suyun yönünü değiştirecek güçte bir film değil ama ekibin “cin korkusu” furyasında alternatif bir izlek yaratmak için yola çıktığı ortada. Bu da eksik taraflarına rağmen ortaya deneysel bir iş çıkmasına yol açmış.
Alper Kıvılcım, Türk sinemasında son dönem iyice moda olan bağırış çağırış içindeki cinli korku filmlerinden ki bir kısmında onun da imzası var, farklı olarak sakin ama tekinsiz bir anlatım dilini benimsemiş. Bir ev, iki tuhaf karakter ve gömülmek için bekleyen bir sürü ceset. Gassal karanlık, stilize bir psikolojik gerilim... Gişeden çok festivallere yakışacak kadar biçim düşkünü ve minimalist bir film bile denebilir ama süresi, senaryosuna uzun gelmiş, 80 dakikada bağlanmış bir kurgu ile daha iyi bir sonuç alınabilirdi. Anlıyorum; yönetmen yoğun şüphe dolu bir cinayet atmosferi oluşturup her şeyi sürpriz bir finale bağlamak niyetinde ama senaryo bunu sağlamak için gerekli elemanlardan (birden fazla twist, sürpriz karakterler vs.) yoksun. Acı ama gerçek; sürenin uzunluğu hikayeyi sündürüyor. Aslında 40 dakikalık bir Alacakaranlık Kuşağı (Twilight Zone) bölümü olsa tadından yenmez bir film olabilirmiş Gassal ama bizde diziler bile 150 dakika!
Gelelim oyunculuklara; Çakal (2010) filminde ve Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde mafyatik karakterleri canlandırırken izlediğimiz Ayhan Eroğlu, Gassal Abbas rolünde başarılı… Aktörün çoğu sahnede karşılıklı oynadığı Nilay Olcay da boy pos olarak filme yakışmış ancak replikler ağzından aynı başarıyla çıkmıyor. Diğer oyuncuları ise olumlu ya da olumsuz değerlendirecek kadar uzun süre izleyemiyoruz. Olan biten bu iki karakter arasında… Olan biten derken, cinli korku filmlerinin aşırı muhafazakâr dünyasından uzaklaşmak için elinden geleni yapan film, içerdiği cesur sekanslarda bir zamanların kışkırtıcı Avrupa seks ve korku sineması yapımlarına yakın düşüyor. Abbas ve Akay arasında tuhaf bir ilişki var, büyük bir itme ve çekme kuvveti bir arada… Tenleri birbirine yaklaştıkça salgılanan hormonlar ortamı tekinsizleştiriyor ve ölümü getiriyor. Finale yakın gerçekleşen sevişme sekansı ise sinemamızdaki en tuhaf orgazm sahnelerinden birini görselleştiriyor.
Yönetmen röportajları yaparken “kafanızdaki filmin ne kadarını çekmeyi başarabildiniz?” sorusunu mutlaka sorarım. Şimdiye kadar aldığım en yakın başarım cevabı %70 olmuştu. Bütçesizlik sinemacılarımızın elini kolunu bağlamaya devam ediyor. Sinema yapmakla soğuk bir odayı sobaya para atıp yakarak ısıtmaya çalışmak aynı şey… Gassal’ın da, Alper Kıvılcım’ın kendi kafasında çektiğinin %40’ı olduğunu düşünüyorum. Daha güçlü bir senaryo, TV’den çok sinemaya yakışacak bir sinematografi (bu da daha yetenekli görüntü ve sanat yönetmenleriyle çalışmak demek) ve daha iyi oyuncu performanslarına sahip olduğunda sinemacının asıl kabiliyetlerini göreceğiz demektir. Filmografisini takip ettiğimden biliyorum; Alper Kıvılcım tür sinemasında gelecek vadeden bir isim, Türk korku sinemasını hepten üç harflilere teslim etmemek için de ilk filmdeki acemiliklerini biraz hoş görmek gerek.
Bu filmi, yerli korku sinemasına meraklı ve yeni denemelere açık izleyicilere tavsiye ederim ancak korku filmleri çeken bir sinemacı dostumun dediği gibi “Türkiye’de korku filmlerini 15-25 yaş arası muhafazakâr kadınlar izliyorlar” iddiası gerçekse, Alper Kıvılcım’ın “kötülüğü insanın kendi içinde arayan” Gassal’ının işi zor demektir.
murattolga@gmail.com twitter.com/murattolga