“Futbol sadece futbol değildir, futbol mahalledir!”
Yazar: Murat Tolga ŞenTakım: Mahalle Aşkına filmini izledikten hemen sonra bir tweet attım ki o tweet bu yazının çekirdeğini oluşturmakta… “Nihayet, hikâyesi olan bir film!” diye yazmıştım. İlginç olan şu ki, Emre Şahin’in 6 yıl önce çekip 4 yıl önce gösterime sokabildiği 40 filmini izlediğimde de aynı şeyi düşünmüştüm! Hikâyesizliği marifet sayan “festival filmleri” ve acemice bağlanmış sekanslardan/skeçlerden mamul gişe filmleri arasında iyice boğulduğumuz şu günlerde Takım: Mahalle Aşkına, Türk sinemasının kıvamını bir dönem çok iyi tutturduğu ama çabucak unuttuğu bir tarifle yapılmış. Takım: Mahalle Aşkına uzun bir aradan sonra seyirciye de eleştirmene de iyi gelecek bir film!
Siirt’in Sırrı’nın yönetmeni İnan Temelkuran’ın, Emre Şahin’le birlikte yazdığı direniş ve başarı öyküsü olan Takım: Mahalle Aşkına’nın senaryosunun cesur bir tarafı var. Bu filmde bir mahalle, o mahalle de bir halı saha işletmesi, o halı sahada futbol oynayan varoş gençleri, o gençlerin futbol oynadığı yere ve sonrasında tüm mahalleye gözünü dikmiş rantçı bir müteahhit var. Temelde (gerekli olduğu için) bir sürü klişeyi barındıran, pek çok filmden referans alan bir yapım. Çok zorlarsanız, Pascal Nouma’dan çıkar Pele’li Zafere Kaçış (Escape to Victory, 1981) filmine bile gidersiniz. Mesela rant düşkünü Karadenizli Müteahhit karakteri, Ertem Eğilmez’in unutulmaz filmi Gülen Gözler’deki (1977) Yunus’u hatırlatıyor. Yunus o filmde sevimli bir karakter olarak tasvir edilmişti. O Yunus’lar büyüdü, serpildi, kolları uzadı. Filmde EErkan Kolçak Köstendil’in canlandırdığı, işleri babasından devralmış genç müteahhittin ağzından çıkan kelimelerde olduğu gibi; “İstanbul büyüdü, artık öyle sokak arası müteahhitliğiyle dönmüyor işler…”
Artık Yaşar Usta ile Nezaket Hanımın evinden fazlasına gözünü dikmiş şehir canavarları, tüm bir mahalleyi yutmak, oraya koca koca binalar dikerek zenginleşmek istiyorlar. Yine bir Arzu Film yapımı olan Kartal Tibet imzalı Sultan (1978) filminde olduğu gibi…
Bu referanslardan yola çıkarak, Emre Şahin’in filmlerinde Ertem Eğilmez, Yavuz Turgul, Kartal Tibet sinemasının izlerini görmek mümkün. Bu, benim yıllarca yazdığım, Türk sineması için en geçerli ve doğru tarif aynı zamanda… Birlikte yaşadığımız insanların, yaşanması mümkün hikâyelerini sinemalaştırmaktan çoktan vazgeçtik ya da bunu o filmde yaşayanların seyretmeyeceği filmlerde yaptık. Bkz: Saç (Tayfun Pirselimoğlu)
Bir örnek: Bu filmi seyredenlerden kaçı, çocukluğunda-gençliğinde mahalle-belediye takımlarında oynayıp, Fenerbahçe’de, Beşiktaş’ta oynama hayalleri kurup sonradan sıradan hayatların içinde yuvarlanıp durmuştur? Bence, bir sürüsü… Bir mahalle futbol takımı ile Türkiye’nin hikâyesini anlatmak mümkün mü? Bence evet, peki Emre Şahin bunu başarabilmiş mi? Kesinlikle… Çünkü “futbol asla sadece futbol değildir.”
Takım: Mahalle Aşkına, Fırat Tanış, Beyza Şekerci, Yağız Can Konyalı, Pascal Nouma, Özgür Emre Yıldırım , Mehmet Özgür, Rozet Hubeş ve Ayça Erturan'dan oluşan popüler bir oyuncu kadrosuna sahip. Bu aralar oyunculuğunu kötü gişe komedilerinde harcayan Fırat Tanış filmi tek başına sürükleyen isim, izlemek çok keyifli. Pascal da kendi sahnelerinin hakkından ustalıkla geliyor. Mehmet Özgür’ü bir Karadenizli olarak izlerken önce yadırgadım ama yine oyununa hayran oldum. Bir de Özgür Emre Yıldırım’ı işaretlemek lazım, bu kadar az göründüğü bir filmde bile sahnenin enerjisini, ışıltısını yükseltiyor, takıma çok yakışmış!
Filmin bana göre en can alıcı sahnesi, takım kurulduktan sonra yeraltı kulüplerinin çıktığı bir mekânda verdikleri mücadele… Burada da çocukluk arkadaşım Selim Erdoğan’ı, bahisçi Selahattin karakterinde izliyoruz, o da “dar alanda kısa paslaşan” rolünü ustalıkla büyütmeyi başarmış.
Anahtar kelimeleri yeniden sayıyoruz: sokak futbolu, mahalle, kentsel dönüşüm, İstanbul’da yaşayan azınlıklar… Takım: Mahalle Aşkına, uzun zamandır izlemediğimiz kadar iyi ve ‘gerçek’ bir sinema filmi, apaçık bir toplumcu sinema örneği. Filmin, takımı oluşturanların kişisel hikâyelerine (Pascal’ın oynadığı Puma dışında) çok girememek gibi bir zaafı var ancak o kadarını görmezden gelmek hiç de zor değil. Gösterişten, abartıdan, bulantıdan uzak ete-kemiğe-nefese bürünmüş bir “öteki” hikâyesi…Emre Şahin ise filmlerini mutlaka sinemada izleyerek cesaretlendirmemiz gereken bir sinemacı… Filmin soundtrack’i de ayrıca ilgiyi hak ediyor. Takımı destekleyin, Pilav Üstü Kuru’nun macerasını mutlaka izleyin!
murattolga@gmail.com