Çavdar tarlalarını yakmak…
Yazar: Banu BozdemirAmerikalı yazar J.D. Salinger yazın dünyasının en ilginç isimlerinden biri diyebiliriz. Dergilerde yayınlanmış öyküleri ve Çavdar Tarlasındaki Çocuklar dışında yayınlanmış eseri bulunmayan yazar, efsane haline gelmiş bir gizlilik içinde hayatını noktalayan bir yazar.
Rebel In The Rye / Çavdar Tarlasındaki Asi filminden önce 2013 yılında hayatı belgesele alınan ve hayatıyla ilgili neredeyse 150 kişinin konuşmalarından oluşan belgesel popülerlikten kaçarken popüler olan Salinger’in hayatının izini sürmüştü. Film de kurgusal bir takip içinde yazarı. 1919 yılında doğan Salinger’in tek hayali iyi bir yazar olmak ve bu konuda inanılmaz bir çaba gösteriyor. Ama dünyanın koşulları, Yahudi kimliğinin sorunları ve İkinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartları bir yazarın içindeki ilhamı koca bir buz kalıbına çevirecek kadar kötücül geçiyor. Salinger’in zaman içerisinde direngen ama kırılgan bir kişiliği olduğu anlıyoruz. İlk sevgilisini Chaplin’e kaptırmasının ardından ilişkilere, babasının tavırlarından olayı aile olgusuna ve savaş yüzünden de yaşama olan ilgisi kaybediyor. Bir nevi içine çekilme, bencilleşme sürecine geçiyor. Yazıyor, sürekli yazıyor, meditasyon yapıyor ve hayatın kenarına çekiliyor. Bu da onu en merak edilen yazarlardan birisi yapıyor. Çünkü Çavdar Tarlasındaki Çocuklar çok satan kitaplar arasına yerleşiyor. Okuyucularının yeni kitaplar beklediği yazarın inzivaya çekilmesi en büyük merak konusu haline geliyor.
2010 yılında yaşama veda eden yazarın gençlik yıllarını ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında bozulan psikolojisine yoğunlaşıyor film daha çok. Tabii arka planda yazarlığı, kim ve ne için yazdığımız konusunu da sorguluyor. Salinger yolun sonunda kendisi için yazan bir yazar haline geliyor. Buna doygunluk, kırgınlık, anlamsızlık, bencillik ya da türlü duygular katmak mümkün. Ya da savaşın anlamsızlığı üzerine bünyenin ürettiği sessiz isyan…
Danny Strong’u yönettiği Nicholas Hoult’un Salinger’i başarıyla canlandırdığı filmde dönem atmosferi, dönemin ruhu bir hayli gerçekçi yansıyor. Her şeyin yeni değer bulduğu zamanlar, yazmanın değil yayınlatmanın genç kızların kalbini hoplattığı, daktilonun tuşları arasında yeni bir dünya kurma yaratma zamanları. Şimdiden o günlere bakınca şöhretin bedeliyle daha derin bir hesaplaşma yaşayan yazara saygı duyuyoruz. Çavdar Tarlasındaki Çocuklar ilk basıldığında ahlaka aykırı ve açık saçık bulunduğu için Amerika’nın birçok bölgesinde yasaklanmıştı. Bu durum da Salinger’i kırmış olabilir. Yani sonuçta sancılı bir büyüme hikayesi anlatılan, kendisinden parçalar olduğu düşünülen bir kitap o…
Velhasıl hayatının baharında iki çocuğu olmasına rağmen inzivaya çekilen, buna rağmen uzun ve gizemli bir hayat yaşayan Salinger’in hayatını perdede görmek bir hayli keyifli. Ama hocası Whit Burnett’e (Kevin Spacey) yaptıklarının biraz ağır olduğunu düşündüm izlerken, sonuçta her zaman yolumuzu açan birileri vardır ve onların yeri ayrıdır diye düşünürüm. Ama Salinger bütün gemileri yakıyor. Yayınlatma değil yazma kısmıyla ilgili bir yazar olduğunu haykırıyor dünyaya dolu dolu… Ve kitabı bugün bile hala bir yerlerde satmaya devam ediyor.