Serinin üçüncü filmi “Siccîn 3: Cürmü Aşk”ın senaryosunu, yönetmen koltuğunda oturan Alper Mestçi, Bekir Acar ile birlikte yazmış…
Mestçi, başkarakterlerden Sedat’ın (Cem Uslu) anlatımı ile sinemaseverlere sunduğu hikâyesine bu kez, korku ve kara büyünün yanına sevgi ile umutsuz aşkı da eklemiş…
Olaylar, Orhan (Adnan Koç) tarafından işten çıkartılan Halil’in (Mehmet Çakmak) kendini asmak suretiyle intihar ederek hayatına son vermesiyle başlar…
Zira ertesi sabah Halil’in karısı Ayşe (Deniz Gündoğdu), ağız dolusu bin bir türlü “beddua” ile Orhan’ın karşısına dikilir…
Ki, aynı saatlerde, Orhan’ın canından çok sevdiği karısı Kader (Büşra Ayaydın), Kader’in ağabeyi Sedat ve Sedat’ın oğlu Mehmet (Ömer Musab Küçükler), Sedat’ın kullandığı otomobilde beraber yolculuk yapmaktadırlar…
Ve aniden müthiş bir “bommm!”…
Evet, rahatlıkla tahmin edilebileceği gibi önemli bir kaza olmuştur…
İşte bu vahim trafik kazasının ardından, özellikle de şu ana kadar isimlerini saydığımız karakterlerin yanı sıra Orhan’ın annesi Hatice (Nevin Efe) ile babası Davut (Yavuz Pekdiker) ve Sedat’ın annesi Fatma’nın da (Elif Baysal) yer aldıkları bir takım garip olaylar gündeme gelmeye başlar…
Nasıl mı?
Örneğin:
Eski Kader gitmiş, yerine geçmişini anımsamayan ışık ve aydınlığa duyarlı, son derece ürkek yepyeni bir Kader gelmiştir…
Küçük Mehmet ise konuşamadığı gibi, vücudunun tamamı da felç olmuştur…
Sedat, “Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde?” tarzı bir ruh hali içindedir…
Tütsü yakmak, muska yapıp gömmek ve büyüye merak salmak gibi “pagan ritüellere” kafayı takmış olan Orhan’ın durumunu ne siz sorun ne de biz söyleyelim…
Bütün bu yaşananların sonrasında, Sedat’ın işyerindeki arkadaşı Kadir (Kadir Çelik) devreye girerek onu ve oğlu Mehmet’i Veysel Hocaya (Yavuz Çetin) yönlendirir…
Yalnız büyü bozmaya yardımcı olma işinde bu kez, Kevser (Gülten Kesgin) adında bir kadın da vardır Veysel Hocanın yanında…
Bundan sonra ne mi oluyor?
Şöyle söyleyelim:
Eskiden futbol maçlarında tribünlerden, “Bir, iki, üç olsun, çıkartması güç olsun” biçiminde bir slogan yükselirdi ya…
Mestçi golü, seyirciyi sürekli korkutarak sindirmek yerine yine hakemin, tam da doksanıncı dakikada maçı bitirmek üzere düdüğü ağzına götürdüğü anda atmayı tercih etmiş…
Zira böylelikle, çıkartılabilecek bir şeyde bırakmamış geride kimseye…
Yani her zaman olduğu gibi oldukça büyük bir sürpriz final bekliyor izleyiciyi…
Henüz serinin üçüncü filminde olmamıza karşın, “korku” kategorisinde başarılı olduğunu düşündüğümüz Mestçi sinemasının ardındaki “en temel faktörün”, özgün hikâyelerinin yanı sıra “oyuncu tercihlerindeki isabetlilik” olduğunu söyleyebiliriz…
Elbette aynı şey, görsel efektler ile plastik makyajlar için de geçerli…
Bu kez, “abartılı derecede gürültülü” bulduğumuz ses efektlerine hayvan sesleri de eklenmiş…
Öyle ki, filmi oldukça üst seviye profesyonel bir kulaklık ile geniş ekran bir TV panelinde izlememize rağmen bazı sahnelerde konuşulanları net olarak anlayamadık ve geri sardırıp yeniden izlemek zorunda kaldık…
Bu da ne yazık ki, şu ana kadar gözümüze (aslında kulağımıza) çarpan – takılan en “kritik hata” oldu filmde…
Fakat şimdilik bunun için puan kırmayacağız…
Zaten serinin geneli ve Mestçi hakkındaki görüşümüzü de altıncı filmin yorumunda sizlerle uzun uzadıya paylaşacağız…
Keyifli seyirler,