Sorma, durum Leyla!
Yazar: Misafir KoltuğuBir süredir üzerine düşündüğüm bir konu var; hem memlekette hem de dünyada kadınlar sinemanın neresinde duruyor? Yapımcı,yönetmen,senarist, yaratıcı dallar ya da set işçisi ayırmadan kadınların sektördeki ağırlığı nedir? Bu konuda yakın zamanda Alkan Avcıoğlu’nun kaleme aldığı “Kadın Yönetmenler Nerede?” ve “Türkiye’de Kadın Yönetmenler Nerede?” başlıklı dikkate değer iki yazısı bulunuyor. Bu yazılardan ilkinde, yıl boyunca vizyona giren filmlerin yüzde 90’ının erkek yönetmenlere ait olduğundan; bir diğerinde ise 2016’da vizyona giren 110 filmden yalnızca 11 tanesinin yönetmenin kadın olduğundan ve Türkiye’nin de kadın yönetmenler bakımdan sınıfta kaldığından söz ediyor.
Son yıllarda Hollywood’da kadın oyunculara karşı yapılan cinsiyetçi tavırlara –yine kadınlar tarafından- ciddi tepkiler geldiğini biliyor,duyuyoruz. Örneğin henüz 40’ına varmamış Amerikalı oyuncu Maggie Gyllenhaal’ın, 55 yaşındaki bir erkek oyuncunun karşısında oynayamayacak kadar “yaşlı” bulunduğu için reddedilmesi bu konuya dair verilebilecek en çarpıcı örneklerden bir tanesi. Son James Bond filmi “Spectre”da yeni Bond kızının 1985 doğumlu Léa Seydoux olması (Daniel Craig 1968 doğumlu) Hollywood’un altın çağlarından beri süregelen cinsiyetçi bir takıntısının bir sonucu olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün... 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde Türkiye’nin en genç kadın yönetmeni unvanıyla anılan Yağmurlarda Yıkansam filminin yönetmeni Gülten Taranç’ın “şişman olduğum için iş vermediler” çıkışını hatırlatmak isterim.Daha yeni, İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci, Paris’te Son Tango filmindeki tecavüz sahnesinin gerçek olduğu ve Maria Schneider’ın haberi olmadan çekildiğini itiraf etti. Film çekilirken Marlon Brando 50’sine yakın Maria Schneider ise henüz 20’sinde bile değildi.
Yönetmenliğini Çiğdem Sezgin’in üstlendiği “Kasap Havası'nı izledikten sonra bana ilk düşündürttükleri bunlar oldu. Sonradan öğrendiğim kadarıyla Çiğdem Sezgin sektördeki erkek egemen dünyadan fazlasıyla nasibini almış. İlk filmini çekmenin zorluklarına bir de kadın olmanın zorlukları eklenmiş. Dolayısıyla yukarıda hatırlatmaya çalıştığım tablo tüm bunlarla birleşince daha da anlam kazanmış oldu. Belki bu sayede, bu konuları daha çok konuşarak, yazarak ve gerçekten dayanışma göstererek değiştiririz, kimbilir!
Gelelim filmimizin konusuna; Leyla uzun yıllardır birlikte olduğu sevgilisinden evlilik teklifi beklerken birdenbire başka bir kadınla evlenmesinin acısını çekerken, bir anda karşısına çıkan genç, serseri ruhlu ve bir o kadar da tutkulu Ahmet çıkıveriyor. Ahmet ise istemediği, genç ve güzel "kız oğlan kız" Hülya ile oldu bittiye getirilmeye çalışılan evlenme baskısından kaçmaya çalışıyor. Her şeye rağmen Leyla ve Ahmet doludizgin bir aşka yelken açıyorlar. Elbette bu aşkın üstüne aşılması güç bir toplum baskısı karabasan gibi çökmekte gecikmiyor.
Orta yaşlı adam– genç sevgili klişesini tersine çeviren yönetmen, hikayesinin merkezine güçlü, güzel, cesur ama bir o kadar da yaralı, 40'lı yaşlarının sonunda bir kadın olan Leyla ile onun yarı yaşındaki aşığı Ahmet'i yerleştiriyor. Bizde yavaş yavaş karakterlerimizi tanımaya ve neyi neden yapabileceklerini anlamaya başlıyoruz. Oldukça etkili giden bir saatin sonunda Leyla'nın 18 yıl önce onu terk edip Almanya'ya giden dayakçı sevgilisinin dönüşüyle taşlar yerinden oynamaya başlıyor. Hikaye başka bir yöne doğru evrilmeye ve yer yer kopmaya da bu noktadan sonra başlıyor. Bunda, Şenay Gürler ve İnanç Konukçu'nun oldukça başarılı ve inandırırcı performanslarına kapılmışken, hikayenin ortasından dahil olan Hakan Karahan'ın görece zayıf kalan oyunun etkisi var diye düşünüyorum.
Kasap Havası politik bir film olmamasına rağmen; Çiğdem Sezgin'in bir röportajında söylediğine göre Gezi'nin son zamanlarında yazdığı senaryosu da dönemin toplumsal koşullarından nasibini almış. Bunu bazen duvardaki bir slogan, bir fotoğraf ya da bir diyalog ile bize hatırlatıyor. Bu da bir filmin büyük politik laflar etmeden, yerinde ve küçük dokunuşlarla toplumsal gerçekçi bir yapıya bürünebileceğinin iyi bir örneği bana kalırsa... Sıradan bir mahallede yaşayan kalbi kırık bir kadının hikayesini anlatırken, başka mahallerde aynı girdapta boğulan kadınlara da, Gezi'ye de Denizlere de selamını eksik etmiyor.
22. Uluslararası Adana Film Festivali'nden En İyi Müzik Ödülü kazanan Demircan Demir imzalı müzikleri filme tam yerinde ve zamanında hareketlerle ivme kazandırıyor. Tarzını başta Duman'a fazlasıyla benzetsem -hatta Duman sansam da- dinledikçe kendi kimliğini öne çıkarttığını görüyorsunuz. Filmdeki performansıyla 6. Uluslararası Malatya Film Festivali'nden En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi olan İnanç Konukçu'nun oldukça etkili bir performans sergilediğini ve görevini fazlasıyla yerine getirdiğini tekrar söylemekte fayda var. Kasap Havası'nın bu yıl sansasyonlarla anılan Antakya'dan geçtiğimiz yıl En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleriyle döndüğünü de hatırlatalım. 65. Uluslararası Mannheim-Heidelberg Film Festivali’nden Special Newcower Award ödülleriyle dönen Kasap Havası 9 Aralık itibariyle 21 salonda gösterimde olacak. Tüm ilk filmler gibi eksikleri olsa da görülmeye değer. Aykırı bir kadın karakter üzerinden çarpıcı bir toplum portresi çizen Kasap Havası, kadınlar vardır, kadınlar her yerde diyor ve ahlaki ve cinsel öğretileri ters yüz etmeden çekinmiyor; seyircisi bol olsun.
Misafir Koltuğu : Gizem Ertürk