Hem tek gecelik, hem de Cemal Süreyya okuyacak kadar romantik...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluAdettendir, 14 Şubat haftasonunda vizyona “romantikli-aşklı” film girmezse olmaz; dört bir yanımızı saran kırmızı kalpli balonlar sinema perdesine de sıçrar. Bu haftanın da bol aşklı vizyonunda iki yerli alternatif, seyircisini, daha doğrusu çiftleri selamlıyor. İnsanın içini sevgiyle ürperten bir isim tamlamasıyla hayat bulan Dünyanın En Güzel Kokusu ise bu hafta sonu için sadece sıcak bir aşk filmi vaat etmiyor; günümüz toplumsal değerlerini, bireysel bakış açılarını ve ilişkilere yaklaşımları da masaya yatırmaktan çekinmiyor.
Konuyu açmak gerekirse, karşımızda henüz çift olmayan iki arkadaş var: Hakan (Rıza Kocaoğlu) ve Derya (Tuba Ünsal). Hakan 30 yaş üstü, bekar, çapkın bir şarkı sözü yazarı; Derya da aynı şekilde bekar, güzel ve ajans sahibi bir reklamcı. İkisi de hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış; üst orta sınıfa mensup ve iyi yaşamayı seven karakterler. Filmin seyirciye “romantizmden öte bir derdim var aslında!” diye seslenme çabasında olan senaryosu başta bu iki insanın, kadın-erkek ilişkileri içerisinde salt arkadaş kalıp kalamayacağı sorusunu yöneltiyor. Onlar her ne kadar “sadece arkadaşız” mottosunda ısrar etse de, yakın çevreleri de tam aksi yönde bir gazı pompalıyor. Filmin çerçeve senaryosu Hakan ve Derya’nın gerçek bir ilişki için değil de sadece çocuk yapma amaçlı beraber olması ekseninde ilerlerken, filmin yönetmenliğinin yanı sıra senaristliğini de yürüten Mustafa Uğur Yağcıoğlu iki baş karakterinin aklından geçen ve ağzından dökülenlerle bir anlamda çağdaşlık olarak nitelendirilen sürece de kendince eleştirilerini sıralıyor.
Artık Yeşilçam filmlerinde kaldığına inandığımız tüm ömrü tek eşle geçirmek, ömür boyu ona ve evliliğe sadık kalmak ve evliliği bitirmektense her daim yaşatmayı tercih etmek gibi ‘modernizmin’ burun kıvırdığı ilişki değerlerini bir bir sandıktan çıkartarak karakterlerine çözüm yolları olarak sunan Yağcıoğlu, belli ki gerçek hayatta da ilişkilerin yapaylığından ve özellikle sabun köpüğü misali geçiciliğinden şikayetçi bir duruş sergiliyor. Özellikle Derya’nın meyhane sahnesindeki replikleri ve Hakan’ın iç sesi senaryonun derdi dediğimiz noktalara işaret eden cinsten.
Hakkında sürprizbozan (spoiler) unsuru olmaması için pek kalem sallamak istemediğimiz finale kadar orta karar bir tempoda ilerleyen film, öykü boyunca kullandığı pastel renkler ile yükselen görüntü yönetmenliği, doğru yerde kullanılan popüler müzikal dokunuşlarla da içinin boş olmadığını ispatlıyor.
Filmin oyunculuklarında ise Rıza Kocaoğlu gerçekten rolün hakkını vermiş, Hakan’ı yaşayan ve çok iyi yorumlayan bir oyunculuk ortaya koyuyor; baştan sona karakter değişimiyle de inandırıcı. Derya rolündeki Tuba Ünsal ise rolünü elinden gelen tüm doğallığı ile ortaya koymaya çalışmış; fakat Kocaoğlu ile ikili uyum yakalamak isterken, Derya karakterinin biraz içi boşlanmış. Feminist bir duruşu olduğunu sezsek de yer yer ilişki ve erkek düşmanlığına kadar kaçıyor örneğin bu tavır… Bir şekilde bu film, “geleneksel öküzlüklerine rağmen” erkeğin de hassas ve kırılgan olduğunu ortaya koyan bir finale göz kırpıyor.
Uzun lafın kısası, Dünyanın En Güzel Kokusu hayatınızın aşkının ya da ömrünüze ömür katacak yegane insanın diyelim, yanı başınızda olabileceğini fısıldayan; aynı zamanda 30 yaş üstü için bekar-evli ayırt etmeden ‘değerler’ sorgulaması yapan, müzikleri ve Amsterdam görüntüleri ayrıca güzel, sıcak bir aşk filmi. 14 Şubat’ta yolunuz sinema gişesinden geçecekse, sevgili koltuğunda Hakan ve Derya’yı seyrederken sarılarak ağlaşmanız işten bile değil…