Kötü kimi zaman iyi anlamındadır!
Yazar: Banu Bozdemirİlk kez 1995 yılında hayatımıza giren bu kötü adamlar, kariyerlerinde bambaşka bir aşamaya geçmiş olmalarına rağmen, nispeten başarılı bir komediyle geri döndüler. 1995 ve 2003 yıllarının altın serisine imza atan Michael Bay’den 2020 yılında bayrağı devralan Adil El Arbi ve Bilall Fallah ikilisi, bu seriyi yıllar sonra ısrarlı bir şekilde parlatmaya istekli görünüyorlar. Michael Bay o sırada neler mi yaptı? Armageddon, Transformers ve Pearl Harbor gibi filmler…
Aslında bu yaz Hollywood’da işler pek de istenildiği gibi gitmedi, The Fall Guy ve Furiosa: A Mad Max Saga’nın gişede yarattığı hayal kırıklığını Bad Boys: Ride or Die dindirebilir mi? Bunu hep beraber göreceğiz ama şöyle bir düşününce bu ikilinin saçma sapan konuşmalarını bunca yıl izlemekten keyif almış olabiliriz.
Tabii bir de işin şu yanı var; Bad Boys: Ride or Die’ın kendisi, oyuncuları, kültürü ve hatta seyircisi bu saçmalık için yaşlanmış olabilir mi? Böyle bir filmi günümüze uyarlamanın yolu hızlanmaktan geçiyor, film de onu yapıyor. Aslında seri filmler, belli bir zamandan sonra bir daha açılmamak üzere (genelde) uykuya dalarlar ama Will Smith ve Martin Lawrence bizleri sınamak için konsept geleneğini önümüze sürüyor ve heyecanımızı sınıyorlar! Ama konu yine çok bildik sularda geziniyor. İkili odağını görevini kötüye kullanan polislere ve kartellere yöneltirken, film bir video oyununun mantığı, şiddeti ve gerilimiyle ilerliyor. Tabii ikilinin rehberliğinde ilerlediği için parodi ve nostaljiyle sınanmış bir denge de kuruyor. Filmin Michael Bay’den aldığı öğretiler de var, olmasını istediğimiz ama göremediğimiz yanları da… Lawrence’ın sosisli sandviçle olan uzun oyunu, sanat galerisindeki yumruklaşmalar ve helikopter kuşatması Michael Bay hazzını ortaya koymaya çalışıyor ama mesela havadayken yanlara yanlara ateş etme sahnesi de olsaydı tam olur muydu diye sordurtuyor. Ama bu seride yine de eskinin taktikleri, hazzı ve nostaljisi yakalanmaya çalışılmış demek mümkün… Onları Bay sinemasının devam ettiricileri olarak yorumlamasak da aksiyon sinemasına kendi tarzlarında bir yaklaşım oluşturdular.
Film, senaryonun vasatlığına rağmen tatlı, zencefilli gazoz algısıyla giriş yapıyor. Mike ve abur cubursever Marcus Miami sokaklarında son hız ilerliyor. Marcus’un canı zencefilli gazoz çekiyor ve partnerinden bu işi halletmesi için 90 saniye izin alıyor ama sonrasında sosisli sandviçle giriştiği oyun ve dükkana giren bir hırsızla yaptıkları kavga... Film boyunca Marcus’un çocuksu yanını hissederken, Mike’in çözümsüz kalışlarına ve panik atak krizlerine tanıklık ediyoruz. Film kozlarını daha çok Lawrence üzerinden oynuyor ve onu sağlıklı beslenme üzerinden sınarken, bir yandan da sırasının gelmediği hissiyle daha korkusuz bir duruma itiyor. Bu durumda Marcus, Mike’ın deli cesareti görevini üstleniyor ve merhum patronları Yüzbaşı Howard’ın üzerine yıkılan suçlamaları kaldırmak ve onun masumiyetini kanıtlamak için kolları sıvıyorlar. Mike bu arada katil oğlu ve yeni evlendiği karısına duyduğu güven ve sevgi ile sınanıyor. Marcus’un mistik geçmişini izlemek ise keyifli gerçekten de!
İkilinin kariyer hikayesi farklı yollarda çarpışırken, Lawrence bir yandan Kara Şövalye’nin eskimeyen ‘büyük’ oyuncusu olarak yerini korudu bir yandan da Bad Boys serisinin yakınında gayet iyi durdu, hatta Will Smith’in tokat olayından sonra Lawrence’ın kariyerinin bir tık daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Smith’in filmde hesaplaştığı olaylardan biri de belki tokatladığı Chris Rock pişmanlığıdır, kim bilir? Bazıları, Chris Rock bu filmde kısa da olsa rol almalıydı görüşünde. Rock bu konuda uzlaşmacı olur muydu bilinmez tabii.
Bad Boys: Ride or Die, timsahlar dışında herkesin terk ettiği bir tema parkında görkemli bir final sunuyor ve eski bir geleneği devam ettirme konusunda bir azim ortaya koyuyor, tatlandırıcı dozları biraz fazlaca kullanarak!
twitter.com/banubozdemir