Hesabım
    Şimdi Nereyi İşgal Edelim?
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Şimdi Nereyi İşgal Edelim?
    Yazar: Murat Özer

    Siz şimdi bu yazıyı okuyacaksınız falan, belgesel sinemanın kalburüstü ürünlerinden birine dair birkaç kelamın hakkını vermeye çalışacaksınız. Ama dünyanın çivisinin çıktığı, en son Fransa’nın Nice kentinde gene bir katliamın yaşandığı çevrenize baktığınızda bunların pek de anlam ifade etmediğini düşüneceksiniz, tıpkı benim gibi. Buraya yazılan cümlelerin sizi hiçbir yere götüremeyeceğini, hiçbir şekilde ‘güvende’ hissettiremeyeceğini söyleyeceksiniz kendinize. Ama ‘karanlık’ı ‘aydınlık’a çevirmenin anahtarının ‘umut’ olduğunu ve o umudun peşinden hayatınız boyunca koşmanız gerektiğini de bileceksiniz bir yandan, tıpkı benim gibi. Bu paradoks, belki de bizi ‘insan’ yapan yegâne şey, çelişkilere hapsolmuş ruhumuzun bize dayattığı ve bizim de ‘gönüllü’ olarak kabullendiğimiz...

    Evet öyle, bu paradoksla yaşamayı biliyoruz biz insanlar ve bunun gerektirdiği ‘umut’la içli dışlı olmayı da. Durum böyle olunca, herhangi bir sanat eserini “Dünya bombok!” diyerek elimizin tersiyle itme gibi bir lükse sahip değiliz. ‘Tutunmak’, belki de böyle bir şey, her şeye ve herkese tutunmak...

    Nazlandığımı falan sanmayın, yazıyı kaleme almayı geciktirdiğimi. Şu anki ruh halimle önce birkaç giriş cümlesi kurma ihtiyacı duydum sadece. Kutuplaşan dünyanın hiç olmadığı kadar ‘aşk’a ihtiyacı var bu dönemde ve bunun için de biz ‘insan kalanlar’ın ona sıkı sıkıya tutunması lazım. ‘İnsan olamayanlar’ın sayısını giderek azaltıp kendimize ‘çoğunluk’ diyebileceğimiz gün gelene kadar, daha doğrusu sonsuza kadar...

    İki cümlelik ‘boşalma’ sayıklamalarından sonra gelelim Michael Moore’un “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”ine (Where to Invade Next)... Moore, bildiğiniz gibi memleketi ABD’yi pek sevse de onu her filminde yerle bir etmeyi alışkanlık haline getirmiş durumda. ABD’nin neredeyse bütün politikalarına karşı açtığı bayrak, filmlerinde alabildiğine ‘sert’ ve bir o kadar da ‘ironik’ bir ses tonuyla hayat buluyor. “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”de bu tondan bağımsız bir belgesel değil...

    Sezgilerinden ziyade duygularıyla hareket eden bir adam Michael Moore, onca yıldır ABD’nin ‘daha iyi bir yer’ olabileceğine dair umudunu kaybetmemiş. Çektiği filmlerde bunun tam tersi bir izlenim edinsek de ülkesinin ‘iyilik’le anılacağını günü umutla bekliyor sanki. Ve bu umudunu “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”le belli bir oranda da olsa ete kemiğe büründürüyor.

    Ekibini toplayıp Avrupa’yı (bir de Tunus’u) ‘işgal ediyor’ Michael Moore bu belgeselde. İşgalin sebebi de şu: ABD’nin, hiç bitmeyen işgalleriyle içine ettiği dünyanın geri kalanından ‘bir şeyler’ alıp kendisini düzeltmeye ihtiyacı var. Bu şekilde devam ederse ‘yalnız güç’ olarak dibe doğru gitmeye mahkûm çünkü. Moore da bunu önlemek için bavulunu toplayıp Avrupa’ya uçuyor, İtalya’dan başlamak üzere.

    Vardığı ilk yer İtalya söylediğimiz gibi. Orada önce ‘aşk’ı, ardından da ‘doğum’u inceliyor. Ülkenin çalışma koşullarının ‘aşk’ı, daha doğrusu insanların birbirine ‘temas’ etmesini destekleyen tavrı büyülüyor yönetmeni. Ve tabii ki hemen orayı işgal edip bu fikri ABD’ye götürmeye karar veriyor. Sonrasında Avrupa’nın birçok ülkesini daha işgal ediyor, yanlarına Tunus’u da ekleyerek. ‘Örnek’ uygulamalar hakkında detaylı bilgiler alıyor, uzmanlarla ve politikacılarla görüşüyor.

    İstediğini yapma konusunda ‘cahil cesareti’ne sahip olan ABD’nin aksine, halkın ne istediğine odaklanıyor Avrupa ülkelerinin çoğu. Halkın talepleri ve mutluluğu önceleniyor. Devletin eylemlerinin merkezinde hep ‘insan’ var, hiçbir zaman kendini öncelemiyor devlet, en azından birçok meselede. Halk ‘mutlu’ olursa ben de daha ‘güçlü’ olurum diye düşünüyor, mutsuz insanlar topluluğunu yönetmek istemiyor.

    Yoluna çıkan ve kendisini alabildiğine etkileyen ‘insan odaklı’ uygulamalar, Michael Moore’un da ufkunu açıyor. Yıllardır sürdüregeldiği mücadelenin hakkını veren toplumların varlığıyla ‘iyimser’ bir tona kavuşuyor. Giderek tüketilen umudun yeniden yeşerdiğini görüyoruz onun gözlerinde, çevresinde olup bitene saygı ve hayranlıkla bakıyor. Saygıyı o derece ileri götürüyor ki, alıp ABD’ye götürmeye çalışıyor sistemleri. Tabii ki o da çok iyi biliyor bunun ol(a)mayacağını...

    Ortada bir yerlerde durmak, Michael Moore’un hiçbir zaman yap(a)madığı bir şey. “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”de de durum pek farklı değil. Her zamanki gibi ‘taraflı’ Moore ve bu tarafı belli etmek için de elinden geleni yapıyor. Tarafı mı? ‘İnsan’dan taraf o, insanlıktan ve insan onurundan. İnsan onurunun ezilmeye, sindirilmeye, hiç edilmeye çalışıldığı her sistem de onun ‘düşman’ı. ABD’nin (aslında devletin) de bu anlamda ‘birinci düşman’ bellendiğini söylemekse yanlış olmaz sanırız.

    Resmin içinde bir oraya bir buraya koştururken gördüğümüz Moore, ‘âşık bir çocuk’ gibi adeta. Gördüğü her şey çarpıyor onu, bizi de aynı zamanda. Türkiye’nin de belgeselde gördüğümüz ‘güzellikler’den nemalanmadığını, insanlarının bu tür ‘iyilikler’le muhatap olamadıklarını düşününce Michael Moore’un heyecanını daha iyi anlıyoruz. Boşuna ‘Küçük Amerika’ denmiyor memleketimize, ABD’nin sosyo-ekonomik defolarının her birini ‘kopyalamak’ gibi bir alışkanlığımız var zira.

    Uyutulan, kandırılan, manipüle edilen, olmayan bir ‘rüya’ya inanmaya zorlanan insanların gözünü açmaya çalışıyor Michael Moore. Kadın haklarından hukuk sistemine, ekonomik yapıdan cezaevi koşullarına, çocuk haklarından çalışma koşullarına, ayrımcılıktan ifade özgürlüğüne kadar, anlayacağınız ‘insan hakları’ denince aklınıza gelebilecek her şeyi ameliyat masasına yatırıyor bu filmle. ‘Amerikan Rüyası’nın yanıltıcılığını net bir şekilde yeniden gözler önüne seriyor.

    Moore’un “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”de bir miktar esnediği yerse, ülkesi ABD’nin Avrupa’daki birçok enfes uygulamanın köklerini oluşturduğunu söylemesi. “ABD keşfediyor, Avrupa uyguluyor” diyor bir bakıma ve memleketini yerden yere vururken bir yandan da sırtını sıvazlıyor onun. Bu belgeseli izleyen Amerikalıların fazla zaman geçirmeden herhangi bir Avrupa ülkesine iltica talebinde bulunacakları da öngörülebilir. Kim bilir, belki bize de bir mesajdır Moore’un filmi!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top