Hesabım
    Abluka
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Abluka

    Türkiye'nin distopyaları...

    Yazar: Murat Özer

    Zaman ve mekân kavramlarını tümden silen, onların varlıklarından doğacak önyargıları hükümsüz kılan, böylece seyircinin algılarının alabildiğine açılmasını sağlayan bir yönetmen Emin Alper. Henüz iki filmi olmasına karşın, kendine has bir sinema anlayışı oturtmayı başarmış, özellikle Türkiye sinemasında ‘benzersiz’ olmanın üstesinden gelmiş bir ‘yaratıcı sinemacı’. Belki onu kısmen de olsa Reha Erdem’le örtüştürmek mümkün olabilir, başka da bir isim gelmiyor aklımıza.

    Emin Alper, tıpkı ilk filmi “Tepenin Ardı”nda olduğu gibi, ikinci çalışması “Abluka”da da alegorik bir anlatım üzerinden okuyor hikâyesini. Alegorisini ise distopik bir atmosferle destekliyor. Köklerini George Orwell’in “1984”ünden alan distopya geleneğinin Batılı örneklerini sıkça gördük, görüyoruz, göreceğiz, ama Türkiye’de pek rastlanan bir durum değil bu. Emin Alper, üstünü ‘güzel bir örtü’yle kapadığı hikâyesinin içindeki cevhere uzanmamız için çaba istiyor bizden, ki “Abluka” da bu çabayı hak ediyor doğrusu.

    Uzun yıllar sonra hapishaneden çıkan Kadir ile kardeşi Ahmet’in gelgitli hikâyesini anlatıyor “Abluka”. Ülkenin bir kentindeki abluka altındaki bir bölgede geçiyor hikâye. Kardeşinin yanına gelen Kadir, şartlı tahliyeyle özgürleşmiş, ki şart da devlete muhbirlik yapması. Bölgede ‘teröristler’ var çünkü! Bu iki kardeşin farklı iç hesaplaşmalara doğru akan, bir araya gelirken aynı zamanda ayrışan rotaları, devlet aygıtının vatandaşı üzerine yaptığı baskıyı da netleştiriyor. Basın aracılığıyla ‘korku’yu körükleyen, halk üzerinde tartışmasız bir ‘algı operasyonu’ yürüten, bir yandan da ‘kirli işler’ çevirerek kendini ‘haklı’ gösterme çabası içine giren devlet, bu iki kardeşin dünyasını da çapraz ateşe tutuyor, onları un ufak edecek sonucu doğurmak için elinden geleni yapıyor.

    “Abluka”, tıpkı hikâyedeki bölge gibi Emin Alper tarafından abluka altına alınmış bir film. Yönetmen, filminin çekirdeğine ulaşabilmemiz için bazı ipuçları veriyor bize, arkasında birkaç kırıntı bırakıyor. O kırıntıları yanlış değerlendirip çıkmaz sokaklara sapmak da mümkün, doğru hamlelerle çekirdeğe ulaşmak da. Bunu tamamen bize bırakıyor sinemacı, bakış açımıza ve tecrübelerimize. Farklı yollara saparak farklı sonuçlara ulaşmak da yanlış değil belki, en azından bu yolları tercih edenler için. Emin Alper’in ortaya bıraktığı ‘mayın’ın üzerine basarak etkisiz kılmak da mümkün, ince ince uğraşarak patlatmadan etkisiz kılmak da. Yönetmenin hangisini tercih ettiğini tahmin edersiniz; çaba harcanmasını istiyor o, bir hedefe ulaşmak için gerekeni.

    Film, zaman ve mekândan soyutlanan hikâyesiyle bir coğrafyada (yeryüzü) yaşayan insanların zaaflarını öne çıkarıyor. Kadir, kışkırtılarak kötülüğe meylediyor; Ahmet ise gene bir ‘kışkırtma’yla iyiliğe göz kırpıyor. Bu iki kavram da insanın zaafları olarak ortaya çıkıyor, gerisi de çorap söküğü gibi geliyor. ‘İradeleri ellerinden alınmış’ kardeşler, yandan aldıkları darbelerle yol almaya çalışıyorlar. Her bir darbe, onları daha da dibe doğru itiyor, giderek soluklaştırıyor. Bu soluklaşmayı ‘görünmezlik’ gibi algılamalarıysa her iki kardeşin de sonunu getiriyor. Tıpkı “Göze batmazsam/görünmez olursam çok yaşarım” algısıyla hayatlarını sürdüren zavallı kitleler gibi. Bu resim, haliyle insanı insanlıktan çıkarıp bir ‘makine’ye dönüştürüyor, anahtarı devletin elinde olan bir makineye. Bu anahtarın denize atıldığını ve hiçbir zaman bulunamayacağını öğrendiğindeyse, insanın yolculuğunda iş işten geçmiş oluyor.

    Emin Alper’in “Abluka”sı, distopik bazı çalışmaları hatırlatsa da, herhangi bir filmin rotasını doğrudan ödünç almış değil. Bu anlamda ‘yegâne’ bir çaba olduğunu kabul etmek gerek. Ama ister istemez akla düşen bazı filmler var tabii. ‘Bölge’ vurgusuyla Tarkovski’nin “İz Sürücü”sü (Stalker) öne çıkıyor örneğin. Oradaki üç adamın gittiği ‘Bölge’nin nasıl o hale geldiğini anlatıyor sanki “Abluka”. Öte yandan, yüzünü hiçbir zaman göremediğimiz üçüncü kardeşin ortaya çıkışı, “Siyam Balığı”nda (Rumble Fish) Mickey Rourke’un canlandırdığı ‘Motosikletli Çocuk’u hatırlatıyor. “Abluka”, distopya geleneğinin başyapıtları “1984” ve “Değişen Dünyanın İnsanları”ndan (Fahrenheit 451) da nemalanıyor tabii. Gücünü edebiyattan alan bu çalışmalarla yolu kesişiyor zaman zaman. “Değişen Dünyanın İnsanları”ndaki kitap yakan itfaiyecilerin yerini, sokak köpeklerini öldüren belediye ekipleri alıyor örneğin. Güç, insanı insanlıktan çıkarmak için ona eşlik eden ‘iyi’ bir şeyi yok ederek başlıyor işe her daim.

    Sözün özü, Emin Alper’in “Abluka”sını “Tepenin Ardı” kadar ‘tamamlanmış’ bulmasak da, bize sunduğu sinemasal lezzetin yeterince doyurucu olduğunu söyleyebiliriz. Bizim de artık bir ‘distopya yönetmenimiz’ var diyebilir, onun atacağı bir sonraki adımı merakla beklemeye koyulabiliriz. Memleketin (yeryüzünün) bir daha temizlenemeyecek kadar ‘kirlenmiş’ olduğunu gösterdiği içinse kızabiliriz ona, insanlığa dair umudumuzu körelttiği için de...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top