Savunmasız bir ana kız hikayesi!
Yazar: Banu BozdemirSenem Tüzen imzalı Ana Yurdu’nu İstanbul Film Festivali’nde Atlas sinemasında izledim ve seyircilerin sorularıyla parça pinçik edilen filmin söyleşisine özellikle kaldım. Filmin tekinsiz, taşraya olan gerilimli ve farklı bakışı, mesafesi ve tavrından etkilendim. Özellikle de ters köşe yaptığı sonuyla herkesi ufak bir şoka uğrattığını bile söylemek mümkün. Film mahalle baskısıyla şekillenen ve günümüz muhafazakar kesiminin de işin içine girmesiyle çapını genişleten yargılama sürecini bir anne kız üzerinden anlatmasıyla ilgi çekiyor. Yani baskıya uğradığını her seferinde tekrarlayan bir kesimin aslında bu baskıyı diğerleri üzerinde sürekli yaptığını, sadece bunun devlet eliyle olmadığını vurgulayan bir yapıya da dikkat çekiyor film. Kısaca mahalle baskısı karşısında savunmasız kalan ana kızın hikayesi de diyebiliriz.
Tabii filmin alttan alta vuran bu baskılar yanında ele aldığı ana kız ilişkisi de bir hayli ilginç. Aslında ayakları yere gayet sağlam basan bir genç kadını tökezleten, hatta dengesini bozup belki de hiç sapmayacağı yollara saptıran bir anne profili karşımızda. Genç kadın yani Nesrin okumuş, bir evlilik denemesinden sonra tekrar hayata tutunma kararı almış ama arada ufak bir taşra esi veren bir karakter. Babannesinin köydeki boş evine gitmesinden, orada yazmak, ve bundan sonra yapmak istediklerini ortaya sermesinden daha doğal bir şey yok.
Ama anne korumacılığından öte bir duyguyla soluğu kızının yanında alan Halise karakteri zaman zaman karikatürize bir kimliğe bürünerek, var olan gerçekliğin dışına taşıyor adeta. Burada kendi adıma rahatsız olduğum durum emekli bir öğretmen olan Halise’nin etrafındaki ve içindeki baskılara ve hezeyanlara karşı koyamayışı. Kızını sürekli çembere alıp, bu çemberi daha da daraltan annenin psikolojisindeki yara her geçen gün kapanmak yerine daha da açılıyor ve kızını şişiren bir irine dönüşüyor. Yani Halise’nin daha aydın, çevresindeki söylentileri takmayan bir kadın olmasını beklerdim. Nihayetinde okumuş etmiş, öğretmenlik yapmış bir kadın var karşımızda. Ama bu saklıdan, bir gelenekmiş, taşraya has bir yemekmiş gibi yapılan baskının bir süt gibi gizliden gizliye taştığını gözlemlemek de ayrı bir deneyim yaratmıyor değil.
Anne kız arasında yaşanan git gelli ilişki bize de ayrı tesir ediyor. Annelik halinin kutsallığını da sorgulayan film, mükemmel anne yaratmaktan özellikle uzağa düşüyor. Ve istediği gerilimi bize çok rahat yaşatıyor. Karanlık, dip, çoğu zaman tekrarlı bir dünyanın içinde girdaba dönüşen anne kız ilişkisinden gayet iyi, korku öğelerini kullanmadan bir gerilim havası yaratmayı başarıyor. Nesrin’in son sürecini takip eden kamerada ise sinirlerin gerilip, iyice tavan yaptığını, hatta suratımıza ufak bir tokat yediğimizi de itiraf etmemiz lazım. Bu son seyirci tarafından pek hoşgörüyle karşılanmadı ve karşılanmayacak gibi de görünüyor. Bir yandan da bizi delirten bir ülkeye kendimizce bir yanıt verme hali olduğunu düşünüyorum. Yani oynatmaya az kaldı! Tüzen özellikle Nesrin karakterini çok normal, belki de düz demek lazım, çizmiş. Bu da tüm diğer karakterleri ‘delilik’ kıvamına yaslıyor. Ama top yine de ne hikmetse onun elinde patlıyor.
Hiç festivaller arası ödül savaşına girmek istemiyorum. Ama Ana Yurdu’nun hiçbir festivalde görülmeyecek bir film olduğuna inanmıyorum. Meselesine inanan ve bunu mümkün olan en profesyonel bakış açısıyla perdeye taşıyan bu filmin annenin abartısı (az da olsa) dışında meseleye çok nokta atışı baktığını düşünüyorum. Küçük de olsa bir topluluğunun bir insan üzerinde yarattığı deformasyonu gayet sade, sessiz sakin ve kurnazca anlatan bir ilk film var karşımızda. Esra Bezen’i bu role çok yakıştırdım, o dengeyi çok iyi kurmuş, geçişler yaşayan karakteri iyi dizginlemiş. Nihal Koldaş ise yolunu şaşırmış anne rolünde gayet iyi. Ana Yurdu ebeveyn evlat arasında yaşanan didişmeyi bir yandan farklı, bir yandan da çok tanıdık kurmayı başaran iyi filmlerden. Tekin olmayan havasıyla da bir hayli etkileyici! Kesinlikle tavsiye ederim.
twitter.com/BanuBozdemir