Auschwitz kampından kurtulmuş ve bu üzücü geçmişi yüzünden kalıcı ve ağır bunalımlar yaşayan annesinin yaşamının son birkaç ayını içine kapanarak geçirdiği Brüksel’deki evinde geçen film, annesinin Akerman’ın sanatında bıraktığı izler eşliğinde gözler önüne seriliyor. Film her ne kadar hassas bir sevecenlik etrafında kurulu olsa da, Akerman’ın, annesinin hiçbir zaman geri gelmeyecek olan hafızasına inme isteği bizleri sürekli şiddet ve hüzne maruz bırakıyor. Bu acılar aynı zamanda Akerman’ın tematik evrenindeki cinsiyet, seks, kültürel kimlik, varoluş sancısı ve yalnızlık gibi kavramların altının dolmasına vesile oluyor. Kurgusal, belgesel ve deneysel edimler arasında şekillenen bu filmle Chantal Akerman belki de film tarihinin en eşsiz, cesur ve etkili yapıtını ortaya koyuyor.